Dinleti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dinleti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Oca 2017

Gece Dinletisi: Slowdive - Star Roving


22 yıl sonra yepyeni bir albümle geri dönen Slowdive geçtiğimiz hafta başında yayımladığı ilk şarkısı "Star Roving"e shoegaze penceresinden bakalım.

1995'te yayımladığı "Pygmalion" albümünden sonra dağılma kararı alan Slowdive projesi 19 yıl sonra yeniden canlandırılmış, bir dizi turne sonrası stüdyoya girmiş ve yeni albümünü tamamlamıştı. Beklentiler ne yöndeydi, neden hayal kırıklıkları yaşandı, neden birtakım benzetmeler yapıldı ve Slowdive neden böyle bir şarkı yaptı, bunları ele alacağım.

Öncelikle ilk EP albümünden "Pygmalion"a kadarki süreçte Slowdive'da ciddi değişimler yaşandı. The Velvet Underground'dan bohem pop sözleri, The Stooges'tan noise soundları, Brian Eno'dan dalgalı ambientları, Cocteau Twins'ten dream soundları ve Siouxsie And The Banshees'in "Slowdive" şarkısından öykünerek 1989'dan Reading'de kurulan Slowdive 1990'da ilk kısaçalar albümü "Slowdive EP" ile çok iyi bir başlangıç yapmış, yüksek notlar almıştı. Britanya'da shoegaze rüzgarları yeni yeni esmeye başlamışken Slowdive'dan gelen bol noise gitarlı gürültünün bu en güzel hâlini bir sonraki yıl "Holding Our Breath EP" albümü takip etti. Noise, ambient ve dream pop öğelerin birleştiği bu kısaçalardan sonra "Morningrise" EP'sini yayımlayan grup debut stüdyo albümü "Just For A Day"in anatomisini çizmişti. "Catch The Breeze", "Slowdive", "Morningrise", "She Calls", "Shine", "Golden Hair"... Bu kadar yoğun ambient gitarın, melankolik sözlerin, düşsel melodilerin literatürde pek bir karşılığı yoktu. 1991 yılında Creation Records etiketiyle yayımlanan "Just For A Day" maalesef dönemin müzik otoriteleri tarafından kötümser yorumlar ve düşük puanlar aldı. Bir masterpiece albüm olan "Just For A Day"in bu denli gözden düşürülmesinin nedeni diğer shoegaze gruplarının çok çok ötesinde bir melankoliyle ortaya koyduğu müziktir. Bunda hiç kuşkusuz Neil Halstead'in yoğun marijuana kullanmasının etkisi büyüktü. "Just For A Day" akabinde ayrılan Neil ve Rachel ikilisi "Souvlaki" albümünü Slowdive çizgisinden çıkarak daha soft, daha indie tarzla aşk ve ayrılık temalı şarkıların da olması nedeniyle "Souvlaki" Slowdive'ın kuşkusuz en sevilen, çok satılan ikonik albümü oldu. "Souvlaki" Slowdive'ın kirli gitarı bırakıp daha temiz bir sound yaratarak ortaya koyduğu bir albümdü. Bir sonraki ve son albüm "Pygmalion" ise tamamen Neil Halstead'in içsel bunalımlarının bir tezahürü olarak daha deneysel, yoğun melankolik, biraz elektronik, sadcore diyebileceğimiz bir albümdü. Slowdive'dan sonra kurulan Mojave 3, ardından Neil Halstead ve Rachel Goswell'in solo projeleri, Monster Movie, Black Hearted Brother projeleri Slowdive üyelerinin nereye doğru yol aldığının bir göstergesiydi. Son olarak her ne kadar farklı bir proje de olsa Minor Victories aslında Slowdive'ın geleceği açısından bir öngörüydü.

1995'ten bu yana tam 22 yıl geçmiş, müzikte birçok şey değişmiş, elektronik öğeler tüm janrları istila etmiş, enstrümanlar geliştirilmiş, seslerin kalitesi artmış, shoegaze'e yeni perspektifler eklenmiş. Dahası grup üyeleri bunca zaman sonra bu değişen müziğin etkisinde farklı tatlar ve arayışlar içerisine girmiş: o dönemin psikolojisi, enerjisi, altyapısı, trendi bambaşkayken yaratılan müziğin bugünün şartlarında yaratılan müzikten çok daha farklı olması son derece beklendik bir hareketti. "Star Roving" hakkında yazılan olumsuz eleştiriler genelde şarkının eski Slowdive ile kıyaslanmasında dolayı ortaya çıktığı aşikardır. Burada iki farklı görüşe de değinmek yararlı olacak. Öncelikle olumsuz eleştirilere bir göz atalım. Şarkının çok hızlı olduğunu, ambient, distorsiyon ve noise öğelerin olmadığı ya da çok az kullanıldığı ve ses kalitesinin çok yüksek olduğu belirtiliyor. Aynı fikirdeyim. Slowdive'ın bu yeni tarzına alışmak kolay olmayacaktır muhtemelen. Fakat Slowdive'ı hangi albümüyle kıyaslıyoruz? "Just For A Day" ile "Souvlaki" arasında yalnızca 2 yıl olmasına rağmen müzikal olarak çok fazla fark vardı. "Just For A Day" ile "Pygmalion" arasında 4 yıl vardı ancak aralarında hiçbir benzerlik yoktu. Slowdive ilk EP albümünü yayımladığı günden bu yana tam 27 yıl geçmiş. Değişen çok şey vardı. Bunları gözardı etmek büyük hata olur. Keza shoegaze ve indie jenerasyonu çok hızlı yaşayan kayıp bir dönemin gençleriydi. Bu konuda Slowdive'a haksızlık edildiğini düşünüyorum. Başlangıçta çok farklı gelebilir, alışmak zaman alabilir ancak Slowdive'ın -demo kayıtları da dahil- tek bir şarkısı yok ki bağrımıza basmayalım.

İkinci görüş ise tam da bu anlattıklarıma karşı bir itiraz. Kendince çok haklı ve yerinde bir itiraz üstelik. My Bloody Valentine "Loveless"tan tam 22 yıl sonra yayımladığı masterpiece niteliğindeki "m b v" albümünde o bildiğimiz ağır noise, distorsiyon ve feedback'lerden vazgeçmemiş, yine en iyi haliyle gerçek bir shoegaze dersi vermişti. Burada My Bloody Valentine fanlarının haklı gururunu paylaşmakla beraber Slowdive'ın da kendi çizgisini koruyabileceğini söyleyebiliriz. Fakat bir dakika! Slowdive zaten tam da bu değil miydi? Değişerek ortaya farklı güzellikler koyan, elektronik bile yapsa yine de kendini sevdiren, Cocteau Twins'ten sonra tüm zamanların en iyi dream pop grubunun yaptığı hangi iş kötü olabilirdi ki?

Shoegaze The Jesus And Mary Chain, Cocteau Twins tarafından temelleri atılmış, My Bloody Valentine tarafından yaratılmış, Slowdive, Ride, Lush gibi gruplar tarafından yeni perspektifler kazanmış çok zor bir müzik türüdür. Kitlesi son derece sadık olsa da bu tarzı icra eden gruplardan aynı istikrarı beklemek bencilce olur. Bekleyelim ve yeni Slowdive şarkıları gelene dek "Star Roving"i daha fazla dinleyelim.

27 Kas 2016

Pazar Dinletisi: This Mortal Coil - I Come and Stand at Every Door


4AD Records'un patronu Ivo Watts-Russell'ın efsanevi projesi This Mortal Coil 1991'de yayımladığı "Blood" albümünde Nazım Hikmet'in "Kız Çocuğu" şiirini Louise Ruthowski'nin muhteşem vokaliyle yorumlamıştı. Nazım'ın dizelerinin ethereal müzikle buluştuğu tarihin bu trajik olayını bir de This Mortal Coil'den dinleyin.

Cocteau Twins, Dead Can Dance, Bauhaus, Dif Juz, Clan of Xymox, Xmal Deutschland, Pixies gibi birçok efsane grubu müzik dünyasına tanıtmış ve hepsini This Mortal Coil isimli ortak bir projede buluşturmayı başarmış bir plak şirketi olan 4AD Records, birçok başarılı albümün ardından 1991 yılında son albümü "Blood" ile altın vuruşunu yapıp kariyerini noktalamıştı. Geçtiğimiz ay hayatını kaybeden Caroline Crawley de albümden dört şarkıyı seslendirmişti. Fakat albümde öne çıkan bir şarkı daha vardı. İskoç müzisyen Louise Ruthowski'nin seslendirdiği "I Come and Stand at Every Door" isimli şarkının sözleri Türk edebiyatının en büyük şairi Nazım Hikmet'e aitti. "Hiroşima" olarak da bildiğimiz "Kız Çocuğu" şiiri 1956 yılında Nazım tarafından Sadako Sasaki isimli küçük bir kız çocuğuna yazılmıştı. Hiroşima'ya atom bombası atıldığında Sadako henüz 1 yaşındaydı, fakat on yıl sonra lösemiden hayatını kaybedince ismi barışın bir simgesi haline geldi. Ve elbette Nazım'ın bu tüyleri diken diken eden dizeleri onun anısına yazılmış en güzel şiirdi. Yalnızca Sadako'nun değil, tarihe kara bir leke olarak sürülen Hiroşima anısına yazılmış en güzel şiirdi aynı zamanda. Öyle ki şiir yayımlandıktan tam on yıl sonra Californialı psychedelic rock grubu The Byrds tarafından seslendirilmişti ilk kez. Bu harika şarkıyı buradan dinleyebilirsiniz. 1991 yılına geldiğimizde ise bu kez de bir başka efsane grup This Mortal Coil seslendirdi bu güzel şiiri. Sözü daha fazla uzatmadan şarkının büyüsüyle baş başa bırakıyorum sizi.

"Kapıları çalan benim
Kapıları birer birer
Gözünüze görünemem
Göze görünmez ölüler"

18 Eki 2016

Uyku Dinletisi: Lustmord - Heresy, Part I



"Uykuya dalanın dehşetini bilir misin? Ayak parmaklarına kadar korkar. Çünkü altındaki yer kayar ve düş başlar."
(Friedrich Nietzsche, Zerdüşt)

Bu gecenin uyku şarkısı niyeti iyi olmayan bir kâbus şarkısı. Ölmediğim, parçalanmadığım, kaosu, yıkımı ve korkuyu görmediğim rüyalardan asla haz alamadım. En harika rüyalarda bile mutlaka kaosun bir parçasına tanık olmuşumdur. Rüyalar muhteşem bir imajlar sahnesi ise yıkım dolu kâbuslar da tıpkı yüksek bütçeli apokaliptik filmler gibi duyguların dorukta olduğu senaryolardır. Peki ya şarkılar? 

Korku, insanlığın hatta evrim skalasındaki en alt türlere inebilecek kadar çok eski ve köklü bir canlılık duygusudur. Korku, yaşamın en belirgin özelliğidir. Öyleyse bu kadim, arkaik duyguyu neden sinemanın, edebiyatın dışında müziğin de bir konusu haline getirmelim ki? Getirdik de. 

Dark ambient müziğin tarihi eskidir. Çünkü dark ambient korku-gerilim sinemasının vazgeçilmezi, olmazsa olmazıdır. Stanley Kubrick'in 1980 tarihli The Shining filminin introduction'ını hatırlayın. Bir yandan yazılar geçip gidiyor, öte yandan uçsuz bucaksız bir yolda araba ilerliyor. Tam o sırada çalan psikoloji bozan şarkı dark ambient'ın ilk örneklerindendir. Buradan dinleyebilirsiniz onu. Ancak dark ambient bir müzik türü olarak 90'ların başında yaygınlaştı. Drone, industrial, ambient ve funeral doom ile ilintili olan bu korku dolu müziğin günümüzde kuşkusuz en iyi temsilcisi olan Lustmord 52 yaşındaki Amerikalı müzisyen Brian Williams'ın tek kişilik projesidir. Lustmord müzik kariyerine 1980'de başladı. 1981'de "Lustmørd" adını verdiği debut albümü ile underground müzik dünyasına karanlık bir giriş yaptı. 20'den fazla uzunçalar albümü ve çok sayıda EP, single, remix ve split albümü bulunan Lustmord avangard müziğin psikoloji bozan, dehşet saçan çehresidir. Bu gecenin şarkısı Heresy Part I 1989 çıkışlı "Heresy" albümünün, hatta belki de Lustmord'un tüm şarkıları arasında en huzur kaçıran, korku saçan, psikoloji bozan şarkısı olabilir.

Işıkları kapatın, yatağınıza uzanın, hiçbir şeyle ilgilenmeyin. Yalnızca dinleyin.

12 Eki 2016

Uyku Dinletisi: Sad Souls - Meandering


Uykuya dalmadan önce rüya görmenin tek yöntemi uyku şarkıları dinlemekse Sad Souls size bunu gün ortasında bile yaşatacak kadar düşseldir. Düş içinde düş görenlere...

Düş fabrikası uykulu gözlerle sunar. Uyku günün en sevdiğimiz seansı ise onu neden mükemmel hâle getirmeyelim? Bazen bir öpücük en güzel rüyaların koynuna bırakır bizi, bazen de bir şarkı en güzel öpücükten daha derindir kalbimize işleyen.

Michiganlı Tom Auty'nin tek başına çalıp kaydettiği Sad Souls projesi Haziran 2011'de "Forest Loops" albümüyle kariyerine start verdi. Tom Auty kendi evinde bir gitar ve bilgisayarla yapıp kaydettiği bu mini albümü dijital ortamda dinleyiciye sundu. Daha sonra ilk stüdyo albümü için Plop Records ile anlaşan Sad Souls Şubat 2012'de "Apeiron" adını verdiği 15 şarkılık bir albüm yayımladı. Sad Souls son olarak 2 yıl önce "Rain, Window" isimli bir single şarkıdan sonra sessizliğe büründü.

Ambient müziği dream pop öğelerle harika bir şekilde buluşturan Tom Auty, düşsel bir vokalle şarkılarını bambaşka noktalara taşıyor. Dinleyeni adeta rüyadaymış gibi hissettiren bu naif şarkılar Cocteau Twins'in efsanevi albümü "Victorialand"i anımsatmıyor değil açıkçası. Hatta ben yer yer Slowdive'ın "Pygmalion"ını bile anımsıyorum.

Gecenin şarkısı "Meandering" Kasım 2011'de single olarak stream ortamda yayımlanmıştı. Klibiyle birlikte dinlemeniz tavsiye olunur.

26 Eyl 2016

Gece Dinletisi: Dead Can Dance - Cantara


Viktoryen dönemin gothic-romantic atmosferiyle Ortaçağ'ın gregoryen atmosferini etheral wave müzikle buluşturan Lisa Gerrard ve Brendan Perry ikilisinin oluşturduğu Dead Can Dance'i bu gecenin fon müziği olarak seçiyorum.

80'lerin en karanlık gruplarından biri olan Avustralya çıkışlı Dead Can Dance gothic müziğin yeni yeni yeşerdiği Britanya'da Cocteau Twins ile birlikte wave müziğe yepyeni bir soluk katmıştı. Lisa Gerrard'ın Ortaçağ'a uzanan ağıtsal soprano vokali Brendan Perry'nin karanlık sound'larıyla bir araya gelince müzik tarihinde yepyeni bir perde açıldı. Aslında perdeyi Cocteau Twins "Head Over Heels" albümüyle açmıştı ancak Dead Can Dance'i ayrı bir noktaya koymak gerekiyor. Çünkü yalnızca ethereal wave değildi, bir ayağı da neoclassic darkwave'deydi. Ethereal wave olarak isimlendirilen bu yürek parçalayan müzik janrı gothic, darkwave, post-punk ve folk müzikten bağımsız değildi. Bir etkileşim içerisinde; ancak kesinlikle apayrı bir noktadaydı.

80'ler avangard ve dark müziğin bel kemiği 4AD Records tarafından desteklenen Dead Can Dance, Cocteau Twins, Dif Juz zaman zaman birlikte de birtakım çalışmalara imza attılar. Özellikle 4AD'nin kurucusu Ivo Watss-Russell'ın supergroup projesi This Mortal Coil muhteşem bir buluşma noktasıydı. Dead Can Dance, 4AD ile adeta bütünleşmişti.

82'de Melbourne'de kurulan Dead Can Dance, aynı yıl mayıs ayında Londra'ya taşınınca kendini bir anda kapkaranlık bir müzik dünyasında buldu. Kuşkusuz Britanya II. Victoria çağını yaşıyordu adeta. 4AD ise bu akımın dinamosuydu. Önce Bauhaus, Clan Of Xymox gibi gothic müziğin kilometre taşlarını müzik dünyasına tanıttıktan sonra Cocteau Twins ile ikinci büyük hamlesini yapmıştı. Dead Can Dance ise 4AD için apayrı bir yer teşkil ediyordu. Müziğinin ulaşmadığı yer kalmamıştı Dead Can Dance'in. Yalnızca dark müzik dinleyicilerinin değil, new age dinleyicilerinin de favori gruplarından biridir. Özellikle 1992 yılında yayımlanan "Baraka" isimli belgesel filmde kullanılan "The Host Of Seraphim" isimli muhteşem şarkıdan sonra Dead Can Dance ismi artık birçok kişinin belleğinde semavi bir yer edinmişti.

Eylül ayının son günlerine geldiğimiz bu soğuk sonbahar gecesini Dead Can Dance'in 1987 çıkışlı "Within The Realm Of A Dying Sun" albümünden "Cantara" şarkısına adıyorum ve sizi biraz oryantalist, biraz gregoryen, biraz da viktoryen nakışların Lisa Gerrard'ın muhteşem vokaliyle bir araya geldiği atmosferle baş başa bırakıyorum. Yaşasın eski çağlar!

18 Eyl 2016

Pazar Dinletisi: Spacemen 3 - Lord Can You Hear Me?


Pazar gecelerini mutsuz şarkılara ayırmaya devam ediyorum. Bir dönemin efsanesi Spacemen 3'nin LSD etkisinde Edgar Allan Poe misali tanrıya olan haykırışını dinleyip kaybolalım bu gece.

Saykedelik müziğin mirasını devralan '70 ve '80 kuşağı garage rock, proto-punk ve space rock grupları shoegaze ve dream pop öncesi son alıştırmalarını yapıyordu. Her ne kadar saykedelik kültürü benimsemeseler de müzikte hatırı sayılır bir etkileşim söz konusuydu. Spacemen 3 ne 60'ların acid rock grubuydu, ne de 80'lerin dream pop grubuydu. Psychedelic öğelerden etkilenen, gökyüzünü düşleyen, minimalizmi benimseyen, melankoliden beslenen bu dünyaya ait olmayan bir gruptu. LSD '60 kuşağının çiçek çocukları için bir eğlence ve ilham kaynağı iken '80 kuşağı için sonsuz bir karanlık ve hüzündü. Bir çesit içe kapanış, varlıktan vazgeçiş, yokoluşu arzulayış, sonsuzlukta kayboluştu. Yıldız tozundan geldik, yıldız tozuna gidiyoruz. İlahi bir söylemle sana inandık, sana sığındık.

Spacemen 3'nin yeri bende çok özel. Hissiyatın müziğidir benim için. Duygular hiç bu kadar güzel dile getirilemezdi. Uyuşturucunun en güzel halidir o. Ayakların yerden kesilişi, düşüncenin uzay boşluğunda savruluşudur. Kim bilir kaç galaksi gezmiş, kaç kara delik görmüştür. Kaç yıldızın ölümüne, kaç yıldızın doğumuna şahit olmuştur. İnsanın kanatsız da uçabildiğinin somut bir kanıtıdır Spacemen 3. Hangi hüzün bu kadar yaralayabilirdi ki bizi? Hangi hüzün çaresizlik içinde sonsuz düşlere haykırışlar arasında sitem edebilirdi?

1982'de İngiltere'de Peter Kember ve Jason Pierce tarafından kurulan Spacemen 3 kendini "Taking Drugs to Make Music to Take Drugs to..." albümüyle özetlemişti. Gerçekten müzik için uyuşturucu, uyuşturucu için müziğin mabediydi Spacemen 3. LSD, MDMA, amfetamin, marijuana, magic mushroom, kokain ve hatta eroin kullanarak sürekli yeni kayıtlar üzerinde çalışıyorlardı. 9 yıllık müzikal kariyerine dört başarılı stüdyo albümü sığdırarak sonraki jenerasyonu olan My Bloody Valentine, Slowdive, Ride, Chapterhouse ve Mogwai gibi shoegaze ve noise grupları derinden etkiledi.

Spacemen 3 projesi 1991 yılında bitirildiğinde Peter Kember, Sonic Boom ve Spectrum; Jason Pierce ise Spiritualized ile harikalar yaratmaya devam etti.

Edgar Allan Poe 1849'da ölmeden önce söylediği son sözü "Lord, help my poor soul"a karşılık tam 140 yıl sonra Spacemen 3 "Lord, can you hear me when I call?" şarkısıyla cevap vererek inanmadıkları tanrıya sesleniyorlardı. Bir tür sitemdi varoluşa.

1989'da yayımlanan "Playing With Fire" albümünden "Lord Can You Hear Me?" şarkısını sonsuz kayboluşlara adıyorum.

Lord, can you hear me at all?

11 Eyl 2016

Pazar Dinletisi: The Smiths - Barbarism Begins At Home


Hayvan özgürlüğünün en büyük savunucularından olan Morrissey, "Meat is Murder" albümüyle türcü faşizme olan tepkisini sert bir şekilde dile getirmişti. Ben de bu gecenin manidar şarkısı olarak "Barbarism Begins At Home"u seçiyorum.

11 Şubat 1985 çıkışlı ikinci stüdyo albümü "Meat is Murder"ı yayımlayan The Smiths, klasik Smiths romantizmini Andy Rourke'un muhteşem ritmik baslarıyla, Johnny Marr'ın funk gitarıyla birleştirerek dahiyane bir calışmaya imza atmıştı. Ancak bu albümü diğer albümlerden farklı bir noktaya taşıyan etken Morrisey'in etik/politik duruşuydu. Et yemenin insan özünde olmadığını, aile tarafından öğretildiğini, et yemenin bir barbarlık olduğunu ve evde başladığını söylüyor. "Meat is Murder" yalnızca politik anlamda değil, müzikal anlamda da "masterpiece" kategorisinde değerlendirilecek bir albümdür. Emile de Antonio'ya ait  olan bu albüm kapak resmi Vietnam Savaşı'nda çekilmiş. Askerin kaskında ise aslında "Make war, not love" yazısı yazıyordu.

"Barbarism Begins At Home" üstüne söylenecek çok bir şey bırakmayan güzellikte bir The Smiths harikasıdır. Malum günde paylaşılan manidar şarkılardan bence en iyi nokta atışı göndermedir. Bu gecenin şarkısı kesinlikle bir başkası olamazdı.

6 Eyl 2016

Günaydın Şarkısı: Ride - Twisterella


Ride'ın son shoegaze denemesi "Going Black Again" albümünden "Twisterella" şarkısı güneşli günlerin vazgeçilmez bir yol şarkısıdır. Ve sizi 90'ların "teenage dreams"in en güzel haliyle dansa davet ediyor.

1988'de Oxford'da bir grup öğrenci tarafından kurulan Ride shoegaze'in yeni yeni dallanıp budaklandığı bir dönemde ortaya çıkmış; Cocteau Twins'e göre daha noise, My Bloody Valentine'a göre daha indie, Galaxie 500'a göre bir hayli sert bir sound ile ilk kayıtlarını yapmaya başlamıştı. Andy Bell, Mark Gardener, Laurence Colbert ve Steve Queralt dörtlüsünün oluşturduğu Ride, Creation Records ile anlaştıktan sonra 1990'da bir dizi EP albüm çıkarmış, ilk longplay albümü için Londra'da stüdyoya girmiş ve 15 Ekim'de "Nowhere" isimli 90'lı yılların en iyi albümlerinden biriyle çıkmıştı. Böyle dâhiyane bir albümle müzik dünyasına giriş yapan Ride ertesi yıl bir EP daha yayımladıktan sonra tekrar stüdyoya girmiş ve 9 Mart 1992'de yine Creation Records etiketiyle "Going Black Again" isimli muhteşem bir albüm daha çıkarmıştı. "Nowhere" kadar olmasa da yine müzik otoriteleri tarafından olumlu eleştiriler ve yüksek notlar almıştı. "Nowhere" albümüne nazaran noise öğelerin bir hayli azaldığını, bunun yerine indie müziğin öne çıktığını görsek de shoegaze olarak etiketleyip "masterpiece" olarak değerlendirmekten kendimi alıkoyamıyorum. "Twisterella" singel'ı albüm çıkmadan önce 16 Nisan'da pek güzel bir video klip ile yayımlanmıştı. Ben de bu güneşli sabahı erken dönem 90'ların o heyecanlı ve yaratıcı teenage dreams kuşağından Ride'ın ayağımızı yerden kese ve dansa -hatta yola çıkmaya- davet eden o güzel "Twisterella" şarkısına adıyorum. Günaydın gündüz düşleri!

4 Eyl 2016

Pazar Dinletisi: His Name Is Alive - Are We Still Married?


Haftanın son gecesini 4AD koleksiyonunun güzide bir grubuyla kapatıyorum. Livonialı ethereal dream pop grubu His Name Is Alive 90'ların bohem havasını notalara aktararak hüzne davetiye çıkarıyor.

Kurulduğu günden bu yana 14 LP ve 15 EP albüm çıkaran His Name Is Alive temellerini 1985'te atmaya başladı. Multi-enstrümantalist Warren Defever liderliğindeki grup, Karen Oliver'ın vokale ve Damien Mang'in davula geçmesiyle ilk demo kayıtlarını 4AD plak şirketinin menajeri Ivo Watts-Russel'a gönderdi ve hemen kabul edildi. 1989'da 4AD'ye katıldıktan hemen sonra stüdyoya girdi ve ertesi yıl 25 Haziran'da "Livonia" ismini verdikleri debut albümüyle müzik dünyasına başarılı bir adım attılar. "Livonia" o yıl 4AD'nin en çok satış yaptığı albüm olma özelliğini taşıyor.

Ara vermeden yeni bir albümün hazırlıklarına başlayan grup 9 Eylül 1991'de yine 4AD etiketiyle ikinci longplay albümü "Home Is In Your Head" albümünü yayımladı. Her iki albüm de Ivo Watts-Russel ve This Mortal Coil'den tanıdığımız John Fryer prodüktörlüğünde hazırlandı. Albüm 23 şarkı ve toplam 48 dakikadan oluşuyordu. His Name Is Alive'ın en iyi şarkılarından biri olan ve benim de bu gece için seçtiğim şarkı "Are We Still Married?" bu albümde yer alıyordu. His Name Is Alive bu albümden sonra 12 albüm daha yayımladı. Son albümünü ise 2014'te "Tecuciztecatl" ismiyle London London etiketiyle yayımladı.

"Are We Still Married" şarkısını bu bağlantılardan dinleyebilirsiniz.



Orijinal video klibi:



Spotify'dan da dinleyebilirsiniz:

2 Eyl 2016

Gece Dinletisi: Tropic Of Cancer - A Color


Californialı Camell Lobo'nun tek kişilik projesi Tropic Of Cancer yalnızlığı, melankoliyi ve romantizmi son derece karanlık bir atmosferle birleştirip kendini kasvetli gecelere adıyor.

2008'de Camella Lobo ve Juan Mendez tarafından kurulan Tropic Of Cancer kurulduğu günden bu yana bir ayağı darkwave'deyken diğer ayağını drone'dan asla çıkarmadı. Özellikle Camella Lobo'nun buğulu sesi ve synthesizer'dan çıkan karanlık soundlar şarkıların ana hatlarını oluştururken single'larda ve albümde kullanılan görseller konsepti tamamlıyor. Juan Mendez 2012'de gruptan ayrıldıktan sonra Tropic Of Cancer projesi Camella Lobo'nun tek kişilik solo çalışmasına dönüştü. İyi oldu diyemeyiz ancak asla kötü oldu da diyemeyiz. Camella Lobo'nun karanlığı hepimizi aşar.

Gecenin şarkısı 2011 çıkışlı "The Sorrow Of Two Blooms" EP'sinden: "A Color"

Mutsuzluk! Hemen şimdi.


28 Ağu 2016

Pazar Dinletisi: Cocteau Twins - Pearly-Dewdrops' Drops










Bu pazar gününü alternatif müzik tarihinin en iyi gruplarından Cocteau Twins'e adıyorum. 32 yıl önce yayımladıkları "The Spangle Maker" EP'sinden "Pearly-Dewdrops' Drops" isimli efsanevi şarkıyı paylaşıp Cocteau Twins hakkında bazı detaylar paylaşmak istiyorum.

Öncelikle albümün yapılış aşamasından başlayalım. 1984'e gelindiğinde Cocteau Twins "Garlands" ve "Head Over Heels" isimli iki LP, "Lullabies", "Peppermint Pig" ve "Sunburst and Snowblind" isimli üç EP yayımlamıştı. Bu arada grubun bas gitaristi Will Heggie gruptan ayrılmış, yerine Simon Raymonde gelmiş. Simon Raymonde'un bas gitarda yer almasıyla birlikte Cocteau Twins Londra'da tekrar stüdyoya girdi ve 2 Nisan 1984'te dört şarkılık "The Spangle Maker" EP'sini çıkardı. Cocteau Twins tarihinin en güzel şarkılarından biri olan "Pearly-Dewdrops' Drops" bu kısaçalarda yer alıyordu. Raymonde'un gruba gelişi kendini hemen hissettirmişti. Zira Will Heggie'nin ritmik, karanlık baslarının yerini daha sakin, daha hafif tonlar almıştı. Her albümde mükemmeli arzulayan Robin Guthrie ise sürekli yeni sound'lar arayışındaydı. Elizabeth Fraser ise her yeni albümde grubun atmosfer değişikliğine paralel olarak vokalde ve sözlerde yeni tarzlar keşfediyor, giderek müzik otoritelerinin merceği altına giriyordu. Zaten nevi şahsına münhasır soprano vokaliyle İngilizce yazılan sözlerin dilini ve telaffuzunu umursamayarak kendi İskoç aksanıyla yoğurup ortaya bambaşka bir güzellik koyuyordu. Keza bu nedenle "Pearly-Dewdrops' Drops" ve daha birçok şarkının ne anlatmak istediği hâlâ çözülemiyor. Cover yapılması en zor grup olarak hiç tereddüt etmeden Cocteau Twins'i gösterebilirim. Müzik dergilerinin "the voice of God" dediği Liz'in bu enteresan vokalinde sözlerin hiçbir önemi yok. Nitekim kendisi de sözlerin çok da önemli olmadığını, anlamak yerine hissetmek gerektiğini belirtmişti.

Öyleyse sözü daha fazla uzatmadan Cocteau Twins'in "Heaven or Las Vegas" ve "Cherry-Coloured Funk" ile birlikte en çok sevilen şarkısı "Pearly-Dewdrops Drops"a bırakıyorum.

26 Ağu 2016

Sabah Dinletisi: Summer Heart - Hit Me Up Again


Kaset dönemine aşık David Alexander'ın chillwave projesi Summer Heart ve onun retro-psychedelic klibiyle günaydın.

Chillwave geçmişe özlem duyanların düşlere sığınıp mutlu oldukları nadir müzik türlerinden biridir. İsveçli David Alexander'ın tek kişilik chillwave projesi Summer Heart bu işi başarıyla yapan sayılı gruplardan biri. 2 albüm ve sayısız single çıkaran Summer Heart sürekli üreterek dinleyicilerine yeni şarkılar vermeyi ihmal etmiyor. Kaset dönemini ve 70'lerin, 80'lerin retro modasını seviyor, shoegaze'den, dream pop'tan ilham alıyor.

Summer Heart'ın 2013'te çıkardığı "Hit Me Up Again" single'ıyla günü açıyoruz. Biraz serotonine ihtiyacımız var.

23 Ağu 2016

Dinleti: Death And Vanilla - Ghosts In The Machine


Geç dönem 60'lardan ve Fransız yé-yé poptan etkilenen, psych ve dream pop öğeleri birleştiren bir enteresan barok pop grubu: Death And Vanilla.

2007'de Malmö'de Marleene Nilsson ve Anders Hansson tarafından kurulan grup iki stüdyo albümü yayımladı. Müzikte geçmişten aldığı ilhamlar ve esintilerle, farklı farklı enstrümanlar kullanıp biraz dark, biraz dream, biraz da pop öğeleri bir araya getirerek yepyeni bir sound elde etti. Bu başarısıyla grup The Guardian Music'in merceğine takıldı. The Guardian'a göre Death And Vanilla 50'ler lounge müziğinden, 60'lar Fransız pop müziğinden etkilenmiş, Stereolab, Mazzy Star gibi egzotik öğelerden esinlenmiş, perili ve ürkütücü bir atmosfere sahip bir grup.  Nispeten grubun müziğine kulak verecek olursak çok farklı noktalara çekebilir bizi. Bu güzel etkileşimi hissetmeniz adına sizi 2010'da kendi imkanlarıyla çıkardıkları ilk EP albümü "Hands In The Dark"tan "Ghosts In The Machine" isimli şarkısıyla başbaşa bırakıyorum.

14 Ağu 2016

Pazar Dinletisi: Washed Out - Wicked Game (Chris Isaak Cover)


ABD'li chillwave / dream pop grubu Washed Out, Chris Isaak'in 1989 çıkışlı "Wicked Game" şarkısını dream pop'a uyarlayarak yorumladı. Birçok coverı olan "Wicked Game"i Washed Out'tan da dinleyin.

Ernest Greene'in sahnedeki ismi Washed Out chillwave müziğin majör grupları arasında yer alıyor. Kariyerine Small Black ile başlayan Ernest, chillwave müziğe kattığı yoğun hüzünlü melodilerin yanı sıra kendi sesiyle de bir duygusallık katıyor. Washed Out beş yıl önce Chris Isaak'in başucu şarkısı "Wicked Game"i eşi Blair Greene ile birlikte kendine özgü bir soundla yeniden yorumladı. Söz ve müziğin Chris Isaak'e ait olduğu ve yorumlanmış tüm versiyonların da güzel olduğu bu şarkı birçok film ve dizide soundtrack olarak kullanılmıştı. Öyleyse sizi bu güzel şarkının Washed Out versiyonuyla baş başa bırakıyorum.

İzlanda'ya Özgü Masalsı Bir Korku Müziği: Kira Kira


Kira Kira birçok İzlandalı artist gibi sanatın her dalında deneyselliği ve kalıpların dışına çıkıp alışılmışın dışında bir yaratıcılığı savunan karşı-sanat felsefesinin müzikal göstergesidir.

Kira Kira, multi-enstrümentalist Kristín Björk Kristjánsdóttir'in sahnede kullandığı bir isim. Aslında onun müzikal geçmişi Kira Kira projesinden önce başlıyor. 1997'den 99'a kadar múm grubunun da etkileşimde olduğu Spúnk isimli bir grupta başlamıştı müzik kariyerine. Spúnk dağıldıktan sonra kendi solo projesine başlayan Kristín, isminin kısaltılmış hali olan Kira Kira ismiyle kariyerine devam etti.

2005 yılında ilk albümü "Skotta" Smekkleysa Records tarafından çıktı. Jóhann Jóhannsson ve Hilmar Jensson gibi tanıdık isimler albüm çalışmalarında yer aldı. Albümün sanat çalışmaları ise Kristín'e ait.

Kira Kira şarkılarında kendi çocuksu vokalinin yanı sıra İzlanda'nın doğal seslerini ve küçük hayvan seslerini masalsı tınılarla buluşturup üzerine ürkütücü ambientlar ekleyerek dinleyicilerinde bir yandan masumâne duygular uyandırıp diğer yandan onları ürpertiyor. Masumiyet-kötülük çatışkısı üzerinde kafa yormak yalnızca felsefenin ve edebiyatın bir uğraşısı değildi. Kira Kira bu femoneni müzikte kullanarak bir çeşit dadaist tavırla müziğin kalıpları dışına çıkmayı başardı. "Drakula Darling" şarkısı gotik edebiyattan esinlenmiş (Bram Stoker, "Dracula", 1897) bir korku karakterinin masala aktarılmış halidir. Drakula kötülüğü temsil etse de içinde bulunduğu atmosfer aslında bir çocuğun hayal dünyası kadar masum. Ancak ne masumiyet tam anlamıyla bir masumiyet, ne de kötülük tam anlamıyla bir kötülük. Bir yandan yavru kedi sesleri, bir yandan müzik kutularını anımsatan sevimli melodiler, fakat diğer yandan beyni örümcekleyen grotesk gürültüler şarkıda bir kargaşa yaratıyor. Kira Kira korkuyu ve kötülüğü temsil eden karanlık sesleri direkt vermek yerine onu bir çocuğun oyun alanına indirgiyor. Ve böylece paradoksal bir evren içinde iyi-kötü, güzel-çirkin ikilemlerini kafamızda bir sorgulatmaya sevk ediyor.



İkinci albümü "Our Map To The Monster Olympics" 2008'de yayımlandı. Albümün kadrosu ve ekipmanları bu sefer daha zengindi. "Skotta"da kullandığı kulak tırmalayan gürültüleri bir hayli azaltmış, gitar, klavye, org, kalimba, saksafon, vibrafon, keman, trampet, ukulele, klaviola gibi çok farklı, çeşitli ve deneysel enstrümanlar kullanarak yeni bir tat yakaladı. Melodilerin biraz daha huzura kavuştuğu bu albüm gotik korku teması yerine bir çocuğun hayal dünyasını ele alıyor. Bir lunapark ve hayvanlardan oluşan canavarlar yeni albümün temasına konuk oluyor. Şarkılar nispeten daha huzur verici. Korku atmosferinden arınmış, İzlanda'ya özgü sevimli tınılar yoğun bir şekilde kullanılmış. Ancak yer yer önceki albümden esintiler bazı şarkılarda hissedilebilir.


2012'de çıkarılan son albüm "Feathermagnetik" yine birçok enstrümanın kullanıldığı yoğun bir ambient albüm olmuş. "Skotta"daki korku temasından iyiden iyiye vazgeçen Kira Kira, masalsı tınıları da bir kenara bırakıp ambient, dark ambient ve drone semalarında yoluna devam etmiş. Aslında korkuyu dolaylı yollarla dinleyiciye aktarmak yerine doğrudan aktarımı olan dark ambient müziğini de kalıplar çerçevesinden yapmak yerine daha deneysel bir yöntemle yapmayı tercih etmiş. Bu da tam olarak Kira Kira'nın müziğinin ana karakterini oluşturan bir özellik. Şarkılarında mutlak suretle "Icelandic" dediğimiz İzlanda'ya özgü sesler kullanarak İzlanda'nın soğuk havasını şarkılarında hissettiriyor. Bu albümde herhangi bir neşe veya ışık söz konusu değil. Ancak Kira Kira burada da bir paradoksa nokta basıyor. Albümün sanat çalışmasında beşinci şarkı "Leave a Light On"un şarkı sözleri olan "Leave a light on for love. We can't see in the dark" notunu bırakarak sevgiye bir gönderme yaparken şarkılardaki karanlık hava çelişki yaratıyor. Kısacası Kira Kira gerek sanat çalışmaları, gerek yaptığı özgün/deneysel müzikle, gerekse de vermek istediği mesajla kalıpların dışına çıkarak neo-dadaist bir çizgide, müzik literatüründe "horror pop" dediğimiz bir tarzı icra ederek kategorize edilmeyecek bir alanda yer alıyor. İzlanda'nın coğrafi konumu, iklimi, atmosferi ve gelenekselciliği İzlandalı müzisyenlerde yaratıcılığı üst düzeylere çıkararak sanatta ve müzikte özerk bir hâkimiyetin temsiliyetini ortaya koyuyor. Müziğe karşı müzik, sanata karşı sanat.

12 Ağu 2016

Ólafur Arnalds 7 Şarkılık "Island Songs" Projesini Tamamladı

İzlandalı minimal müzik dehası Ólafur Arnalds bir süredir üzerinde çalıştığı yedi şarkılık "Island Songs" serisinin yedinci şarkısını da paylaştı.

Her hafta yeni bir şarkıyla karşımıza çıkan Arnalds'ın bu projesinin amacı her hafta bir gün farklı bir yerde, farklı bir sanatçıyla, farklı bir şarkı ve klip hazırlayıp bize İzlanda hakkında küçük detaylar paylaşmaktı. 6 hafta önce başladığı bu güzel projenin birinci ayağı 27 Haziran'da emekli öğretmen ve şair Einar Georg ile birlikte "Árbakkinn" isimli şarkıyla başladı. Son olarak geçtiğimiz günlerde Reykjvaik'te Iðnó Concert Hall'da hazırladığı son şarkısı "Doria" ile "Island Songs" projesini tamamlamış oldu. Tüm video kliplerin yönetmenlik koltuğunda ise Baldvin Z. oturuyor.

Ólafur Arnalds'ın "Island Songs" albümünü Spotify ve Soundcloud üzerinden de dinleyebilirsiniz. 

Şimdi sizi yedi şarkılık minimal tınılar eşliğinde bir İzlanda turuyla baş başa bırakıyorum:

Birinci hafta emekli öğretmen ve şair Einar Georg ile birlikte "Árbakkinn" isimli şarkıyla başlıyor.



İkinci haftanın konuğu yerli bir müzik öğretmeni Dagný Arnalds: "1995"


Arnalds üçüncü hafta South Iceland Chamber isimli Hilmar Örn Agnarsson, Georg Kári Hilmarsson ve onun babası ve oğlundan oluşan bir koroya konuk oluyor. Şarkımızın ismi "Raddir".



Yıllarca Hollywood'da film eleştirmenliği yapıp yıllar sonra evine dönen Atli Örvarsson ve SinfoniaNord isimli yerel müzik topluluğu ile yapılan bu düetin adı "Öldurót".



"Dalur" isimli beşinci haftanın konuğu french horn oyuncusu Þorkell Jóelsson ve Brasstríó Mosfellsd.


Altıncı haftaya geldiğimizde tanıdık bir isimle karşılaşıyoruz. Of Monsters And Men grubunun vokalisti Nanna Bryndís Hilmarsdóttir "Particles" şarkısına eşlik ediyor.


Bu güzel projenin kapanış konuşmasını yedinci haftada "Doria" isimli bestesiyle Ólafur Arnalds yapıyor.

The Verve'ün Kayıp Şarkıları Yayımlanıyor


The Verve'ün unutulmaz çıkış albümü "A Storm In Heaven"dan bu yana 23 yıl geçmiş, hâlâ shoegaze koleksiyoncularının en güzide albümü olma özelliğini taşıyor. The Verve eylül ayında yeni bir baskısı yapılacak olan albüme yayımlanmamış iki şarkıyı da ekleyerek hayranlarına güzel bir sürpriz yapacak.

Müzik kariyerine shoegaze başlayıp "The Verve EP" ve "A Storm In Heaven" albümleriyle büyük bir başarı yakalayıp Britanya müzik listelerinin bestsellerları arasına girmiş grup bu iki albümün kayıp ya da yayımlanmamış materyallerini önümüzdeki ay yeni baskısı yapılacak olan "A Storm In Heaven" albümünün içerisinde hayranlarına sunmayı planlıyor. Yeni baskıda debut albümün yayımlanmamış iki şarkısı "Shoeshine Girl" ve "South Pacific" video klipleriyle birlikte yer alacak. Bunun yanı sıra "The Verve EP" albümünden de bazı materyaller paylaşılacak.

23 yıl sonra gelen bu tatlı sürpriz haberi "Shoeshine Girl" şarkısını Spotify üzerinden paylaşıldığını bildirerek sizi şarkıyla baş başa bırakıyorum.

11 Ağu 2016

Kıyıda Köşede Kalmış Bir Shoegaze Grubu: Silvania


Britanya'da shoegaze rüzgarlarının estiği bir dönemde İspanya'da Mario Silvania ve Cocó Ciëlo tarafından kurulan Silvania hak ettiği değeri görmeyip kayıp giden birçok independent gruptan biriydi.

80'lerin ortasında Cocteau Twins ve The Jesus And Mary Chain shoegaze'in ana hatlarını belirlerken erken dönem 90'lara geldiğimizde My Bloody Valentine, Ride, Slowdive gibi shoegaze müziğin kilometre taşları, yoğun noise öğeler, distorsiyonlar, reverbler, feedbackler, ambientlar, ürkek bir vokal ve esnek şarkı sözleriyle shoegaze'in son hâlini formalize etmişlerdi. Tam da bu dönemde, 1990 yılında My Bloody Valentine, Cocteau Twins ve Brian Eno gibi isimlerden ilham alan Perulu Mario Silvania ve Cocó Ciëlo ikilisi shoegaze'in çok yabancı olduğu bir ülkede Silvania'yı kurdular. 1992'de dört şarkılık ilk EP albümü "Miel Nube Hiel"i çıkardıktan bir sonraki yıl ilk LP albümü olan "En Cielo de Océano"yu Elefant Records etiketiyle piyasa sürdüler. Bol ambientlı, reverblü gitarlarla, soyut bir vokalle Slowdive'ı anımsatan Silvania "Sé Girasol", "Amor Imposible (Belking's Cover)", "El Alba Es Un Ala" ve "Un Bosque En La Memoria" gibi şarkılarıyla Britanyalı shoegazerların birçoğundan daha başarılıydı. Ancak 94'te çıkardıkları "Paisaje III" albümünde birtakım bozulmalar başladı. Yine ambient ve dream pop öğeler var ancak electronic melodiler ve rahatsız edici bir ritim şarkılara eşlik etmeye başlıyor. Ve bozulma her yeni albümde daha fazla artıyor. Her yıl üst üste yeni bir albüm yayımlayan ikili artık electronic hatta dub bir grup haline geldikten sonra 98'de altıncı ve son albümleri olan "Compo De Espirales Arboles Secuencias Posibles"i yayımlayarak ortadan kayboldular.


10 Ağu 2016

Dinleti: DIIV - Under The Sun


Independent sahnenin retro shoegaze grubu DIIV, "Is The Is Are" isimli ikinci stüdyo albümü ile bu yılın en iyi çıkışlarından birine imza attı. Albümün üçüncü single şarkısı "Under The Sun" ise grubun en sevilen şarkıları arasında yer aldı.

Geç dönem 80'ler ile başlayıp 90'ların ortasına kadar özellikle Britanya'da müzik dünyasını kasıp kavuran shoegaze rüzgârının kısa dönemlik esintisi o kadar etkiliydi ki, kendinden sonraki jenerasyonları derinden etkilemişti. Shoegaze yalnızca noise öğelerin, reverblerin, distorsiyonların ve ambientların birleşiminde oluşan salt bir müzik akımı değildi. Endüstriyel müzik piyasasına, popülarizme ve sahne şovlarına karşı görsellikte sadeliği, seslerde parçalara ayrılmış bütünlüğü ve duyguda bohem bir kargaşayı savunan bir başkaldırıydı. Hazzın doruklarına ulaşan gruplar her şeyi tadında bırakıp dağıldılar. Britrock'ın bir anda piyasaya çıkışıyla müzik dünyasındaki değeri düşen shoegaze grupları ya yaprak dökümü gibi dağıldılar ya da britrock akımının içerisine dahil olup kariyerlerine devam ettiler. Ancak şu bir gerçek ki shoegaze kısa dönemde müzik dünyasında çok büyük etkiler bıraktı.

Müzik ve sanatın diğer dallarının endüstriyalizmin hegemonyası altında değersizleştiği modern toplumda geçmişe özlem yalnızca felsefenin konusu değildi, müzikte de bir geriye dönüş yaşandı. Özellikle 2000 sonrası bir moda ikonu olan retro ve vintage öğeler müziği de etkilemişti. Düşük kaliteli kayıtlarla, bozuk soundlarla, 80'lerden esintilenmiş şarkı sözleriyle, retro-psychedelic kliplerle ve hatta vintage kıyafetlerle birtakım lo-fi, chillwave, surf rock grupları ortaya çıktı. Bazı gruplar albümlerini yalnızca kaset üzerinden satışa sunarken, bazı gruplar da albümlerini ücretsiz dağıtıyordu. Washed Out, Wild Nothing, Craft Spells, Mac DeMarco gibi isimleri bu kategoriye dahil edebiliriz. Fakat DIIV ısrarla bir shoegaze grubu olduğunu öne sürmektedir. Nitekim müzik dergileri de ona böyle hitap ediyor. 

DIIV geçtiğimiz yılın eylül ayından itibaren bir dizi single parça yayımladı. Dördüncü teklisini de yayımladıktan sonra ikinci LP albümü "Is The Is Are" albümünü Captured Tracks etiketiyle piyasaya sürdü. 2012'de çıkarılan debut albüm "Oshin"den dört yıl sonra yayımlanan ilk albümdü bu. Grup üyelerinin uyuşturucu problemleri nedeniyle albüm çalışmaları 2003'te başlamış, 2015'in sonlarında ancak bitebilmişti.

NME, The Guardian, Pitchfork ve Spin gibi müzik dergileri tarafından yüksek not alan 17 şarkılık ve 63 dakikalık bu albüm iki LP albüm değerindedir.

14 Kasım 2015'te çıkan albümün üçüncü single şarkısı "Under The Sun"ı buradan dinleyebilirsiniz:

1 Ağu 2016

Yeni Şarkı: Ólafur Arnalds - Particles ft. Nanna Bryndís Hilmarsdóttir (Island Songs)


İzlandalı minimal müzik dehası Ólafur Arnalds bir süredir üzerinde çalıştığı yedi şarkılık "Island Songs" serisinin altıncı şarkısını bugün paylaştı. Her hafta yeni bir şarkıyla karşımıza çıkan Arnalds'ın bu haftaki şarkısı "Particles".

6 hafta önce başladığı bu güzel projenin amacı yedi hafta boyunca, yedi farklı yerde, yedi farklı müzisyenle, yedi farklı şarkı yapmak. "Island Songs" adını verdiği projenin birinci ayağı 27 Haziran'da emekli öğretmen ve şair Einar Georg ile birlikte "Árbakkinn" isimli şarkıyla başladı. 

Bu haftaki şarkı ise "Particles". Konuk sanatçı ise Of Monster And Man'den tanıdığımız Nanna Bryndís Hilmarsdóttir. Tüm video kliplerin yönetmenlik koltuğunda ise Baldvin Z. oturuyor.

Island Songs'un altıncı şarkısı Particles'ı buradan dinleyebilirsiniz: