31 Ağu 2016

The Jesus And Mary Chain Yeni Albümün Sinyalini Verdi


"Beautiful noise" kuşağının efsanevi ismi The Jesus And Mary Chain önümüzdeki yıl yeni bir albüme kapıyı araladı.

Shoegaze ve post-punk müziğinin romantik gençleri Jim & William Reid kardeşlerin yarattığı The Jesus And Mary Chain efsanesi 18 yıl sonra yeni bir albümün sinyalini verdi. Son olarak 98'de yayımladıkları "Munki" albümünden sonra dağılan grup 2007 yılında yeniden birleşme kararı aldı. Birçok turneye katılan JAMC, The Scottish Sun'da yer alan habere göre önümüzdeki yıl muhtemelen yeni bir albüm yayımlayacak.

Alcest Yeni Şarkı Paylaştı: Je Suis D’Ailleurs


Fransız shoegaze grubu Alcest yeni albümü "Kodama"dan ikinci şarkısını da paylaştı. Klasik Alcest çizgisini bozmayan Neige özlediğimiz eski haline geri döndü.

Ağustos ayı başında paylaştığı ilk single şarkı "Oiseaux de Proire" sonrası ikinci single şarkıyı da YouTube üzerinden paylaşan Alcest 30 Eylül'de Prophecy Records etiketiyle yayımlayacağı yeni albüm öncesi hayranlarını müziksiz bırakmıyor. Eskiye dönüş yapan grup şimdi de "Je Suis D’Ailleurs" şarkısıyla karşımızda.

Buradan dinleyebilirsiniz:

The Radio Dept. Harika Bir Şarkı Paylaştı: "Swedish Guns"


Dream pop müziğin protest kanadı The Radio Dept. 6 yıllık sessizliğini "Out Of Running" albümüyle bozuyor. 6 Ekim'de yayımlanacak albümden "Swedish Guns" isimli teklisini bu sabah Spotify üzerinden paylaştı.

6 yıl önce çıkarıldığı "Clinging To A Scheme" albümünden sonra uzun bir sessizliğe kapılan dream pop sahnesinin majör grubu The Radio Dept. geçtiğimiz yıl bir dizi şarkı paylaşmıştı. "Death to Fascism", "Occupied" ve "The Repeat Sodomy" teklilerini Soundcloud üzerinden paylaşan grup bu yıl temmuz ayı sonunda yeni albümün müjdesini verdi. 10 şarkıdan oluşan bu yeni albüm İsveç'in günlük hayatını, politik gündemini ve toplumsal yapısını ele alıyor. Albüm 6 Ekim'de Labrador Records etiketiyle yayımlanacak.

"Swedish GunsSoundcloud ve Spotify üzerinden dinleyebilirsiniz:




Albümün içeriği şöyle:

1. Sloboda Narodu
2. Swedish Guns
3. We Got Game
4. Thieves Of State
5. Occupied
6. This Thing Was Bound To Happen
7. Can’t Be Guilty
8. Committed To The Cause
9. Running Out Of Love
10. Teach Me To Forget



30 Ağu 2016

Bir DJ, Bir Koleksiyoner, Bir Müzik Kurdu: John Peel



BBC Radio'nun unutulmaz DJ'i, hatta tüm zamanların en iyi DJ'i John Peel'i 77 yaşında mercek altına alıyoruz.

Asıl ismi John Robert Parker Ravenscroft olan İngiliz müzik kurdu 30 Ağustos 1939'da Heswall'da dünyaya geldi. Babası bir pamuk tüccarıydı. Liverpool'a yakın Burton'ın bir köyünde orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. Müziğe olan tutkusu erken yaşlarda başlamıştı. Radyo programları dinliyor, plaklar satın alıyor, güncel müziği takip ediyordu. Ortaokulu bitirdikten sonra 1960'da Dallas'a taşındı. Orada pamuk üreticiliği yapan John, ilk radyo deneyimini 61'de WRR isimli bir radyo kanalında DJ koltuğuna oturarak yaptı. 67'de İngiltere'ye döndü ve burada Radio London'da korsan DJ'lik yaptı. Kendi ismini kullanmak yerine de "Peel" takma ismini kullandı. Daha sonra Eylül 1967'de BBC yeni bir radyo kanalı kurdu. BBC Radio 1 isimli bu yeni radyo istasyonunda John Peel ismiyle ilk işe başlayan kendisiydi. Burada yeni kurulan grupları destekledi hep. David Bowie, The Smiths, Joy Division, Pink Floyd isimleri henüz duyulmamışken John Peel onları kendi programında çalıyor ve destekliyordu. Dönemin teknolojisine rağmen yayında sürekli bozuk da olsa plaktan kayıtlar çalıyordu. Teknolojiyle hiçbir zaman barışık olmadı. Bu yüzden kendi arşivinde 25 binden fazla plak olduğu biliyor. Popüler müziğe karşı ısrarla avangart ve punk şarkılar çaldı. Yeni kurulan grupları sürekli destekledi. Kendine gelen mektuplarda istek şarkıları hiçbir zaman reddetmedi. BBC John Peel Sessions adı altında 2000'den fazla grupla 4000'den fazla kayıt yaptı. Bunların arasında Joy Division, David Bowie, Pink Floyd, Nick Cave & the Bad Seeds, Bob Marley, Cocteau Twins, Blur, David Clarke, The Jesus And Mary Chain, Jimi Hendrix, Led Zeppelin, Mogwai, My Bloody Valentine, Slowdive, Napalm Death, Nirvana, PJ Harvey, The Smiths, Sonic Youth, The Undertones, Yo La Tengo, Godspeed You! Black Emperor bunlardan sadece birkaçıydı. Favori grupları The Undertones, The Velvet Underground, Ramones, Pulp, Cocteau Twins ve The Smiths favori grupları arasında yer alıyor. En sevdiği şarkı The Undertones'un "Teenage Kicks" isimli şarkısıdır. Hatta şarkı John Peel ile adeta bütünleşmiştir. Vasiyet olarak öldüğünde mezar taşında ismi dışında yalnızca şu sözlerin yazılmasını istemişti: "Teenage dreams so hard to beat".

En sevdiği 5 albüm:

Captain Beefheart & The Magic Band: Trout Mask Replica (1969)
The Velvet Underground: The Velvet Underground and Nico (1967)
Ramones: The Ramones (1976)
Pulp: Different Class (1995)
Misty In Roots: Live At Counter Eurovision 79 (1979)

John Peel 25 Ekim 2004'te Peru'da tatildeyken geçirdiği kalp krizi sonrası 65 yaşında hayatını kaybetti. William, Alexandra, Tom ve Florence adında dört çocuğu vardı. 37 yıllık radyo kariyeri boyunca birçok ödül alan John Peel bugün en büyük rock festivallerinden Glastonbury'de alternatif keşif sahnesine ismi verilerek anılıyor. Ben de emeğe saygı, müziğe hürmet adına en sevdiği şarkıyla yazıyı noktalıyorum. Rest in peace John Peel!

29 Ağu 2016

Bir Müzik Tanrıçası: Elizabeth Fraser


Cocteau Twins, This Mortal Coil, Massive Attack, Yann Tiersen, LOTR ve daha birçok projede onun ismi var. Dream pop, shoegaze, post-punk, gothic, ethereal wave, trip-hop… Sesinin uzanmadığı janr yok neredeyse. Elizabeth Fraser nereye dokunsa çiçekler açıyor.

29 Ağustos 1963’te İskoçya’da doğan ethereal ve soprano vokalin hiç şüphesiz en iyisi olan Elizabeth, aynı zaman Liz Fraser olarak da biliniyor. Yazdığı ucu açık,  soyut şarkı sözlerini İskoç aksanıyla ve en çok da nevi şahsına münhasır bir vokal kullanarak anlaması ve yeniden yorumlanması çok zor bir tarzla dile getirmiş.

Punk ve gothic müziğin Britanya'yı kasıp kavurduğu bir dönemde herkes İngiltere'nin, bilhassa sanayi kenti Manchester'ın kenar mahallelerinde dallanıp budaklanan öfkeli ve karanlık müzik gruplarını konuşurken İskoçya'da da bir hareketlilik söz konusuydu hiç kuşkusuz. Bir yanda Sex Pistols, Ramones gibi anarcho-punk akımından beslenen popüler kültür karşıtı avangart gruplar, bir yanda David Bowie, Siouxsie Sioux'dan etkilenen gothic gruplar, diğer yanda The Stooges, The Velvet Underground'dan etkilenen nispeten daha duygusal ve independent gruplar Britanya müziğinin mihenk taşlarını oluşturuyordu. Çünkü her jenerasyon kendinden sonraki jenerasyonları yoğun bir şekilde etkiliyor, besliyor ve zenginleştiriyordu. Özellikle David Bowie, The Velvet Underground, Siouxsie Sioux ve The Stooges bu yeni romantik kuşağın esin kaynağı olmuştu. Böyle bir ortamda plak şirketlerinin de avangart grupları desteklemesi müzikte yeni bir dönemin kapısını aralamıştı.

Cocteau Twins bu kuşağın daha dark safında yer alıyor. 1979'da İskoçya'nın Grangemouth şehrinde vokalde Elizabeth Fraser, gitarda Robin Guthrie ve basta Will Heggie tarafından kurulan grup The Birthday Party, Sex Pistols, Siouxsie And The Banshees ve Kate Bush gibi isimlerden etkilenmişti. Elizabeth (a.k.a Liz) bir disko barda dans ederken Robin ve Will'in dikkatini çeker. Bu kadar iyi dans edebilen bir kadın çok güzel şarkı da söyleyebilir diye düşünmüşlerdi. Liz ile tanışmaları da böyle olmuştu. Aslında daha önceden tanışıyorlardı. Robin Guthrie o diskonun DJ'lerindendi. Bu üçlü bir araya geldikten sonra müzik yapma konusunda hemfikir olurlar Cocteau Twins isminde mutabık kalırlar. Cocteau Twins ismi ise İskoç grup Johnny And The Self Abusers'ın (a.k.a Simple Minds) "The Cocteau Twins" isimli şarkısından geliyordu.

4AD ile birlikte çalışmaya başladıktan sonra stüdyoya giren grup Haziran 1982'de "Garlands" ismini verdiği debut albümüyle müzik dünyasına karanlık bir giriş yaptı. "Garlands" gerçekten de bilinen Cocteau Twins'ten bir hayli uzak, post-punk, goth ve ethereal wave atmosferinde ortaya koyulmuş bir albümdü. Özellikle Will Heggie'nin ürkütücü ritmik basları şarkıların ana hatlarını oluştururken, Robin Guthrie'nin Bauhaus'tan esintili gitar efektleri ile Liz'in titrek ve güçlü soprano vokaliyle birleşince Viktoryen dönemin gothic ürpertisi tadında bir albüm ortaya koyulmuştu.



Ertesi yıl Edinburgh'da yeni bir albüm için stüdyoya giren grup "Head Over Heels" albümünü 31 Ekim'de 4AD etiketiyle yayımlamıştı. Bas gitarist Heggie'nin albüm çalışmasında yer almamış Liz ile Robin beraber çıkarmıştı bu albümü. 10 şarkılık bu ikinci longplay albümde dikkate değer bir değişme var. Heggie'nin gothic bas sound'ları yerine daha ritmik davullar ve sert gitar ön plana çıkmış. Ancak daha da önemlisi Fraser, "Garlands" albümünde kullanmadığı soprano vokalini ilk kez ve güçlü bir şekilde kullanarak albümün en çok öne çıkan, dikkat çeken öğesi olmuştu. Ethereal wave'in en iyi örneklerinden biri olan bu albüm shoegaze müziğini de etkileyen önemli bir adımdır. Cocteau Twins için ise bir geçiş dönemiydi. Aslına bakılırsa Cocteau Twins için "Heaven or Las Vegas" dışında bütün albümler bir geçiş albümüydü. Her yeni albümde bir yenilik arayan grup sürekli sound değiştirerek kendileri için en iyisini arıyordu. "Head Over Heels" albümü dönemin müzik medyası tarafından olumlu eleştiriler ve yüksek notlar almıştı.



4AD şirketine bağlı ethereal grubu This Mortal Coil yeni albüm için Dead Can DanceCindytalk ve Cocteau Twins'e davet göndermişti. Bu muhteşem projede Lisa GerrardGordon Sharp, Elizabeth Fraser, Robin Guthrie ve kısa süre sonra Cocteau Twins'e katılacak olan Simon Raymonde da vardı. Londra'da Depeche Mode'un da girdiği Blackwings Studios'ta çalışmalar başladı. Elizabeth Fraser, Tim Buckley'nin efsane "Song to the Siren" şarkısını Robin'in minimalist gitar dokunuşlarıyla seslendirdi. Bu muhteşem yorum Elizabeth Fraser'ın belki de yaptığı en iyi işlerden biriydi.



1 Kasım'da 4AD plakçılık tarafından çıkarılan "Treasure" albümü Cocteau Twins koleksiyonlarının en iyileri arasındadır. Albümün bu kadar başarılı olmasının sırrı kuşkusuz Elizabeth Fraser'ın mitolojik karakterlerden esinlenerek yazdığı şarkı sözleriyle soprano vokalini güçlü bir şekilde öne sürmesinde saklıydı. Farklı dillerden kelimeleri bir araya getirip İskoç aksanıyla telaffuz ederek taklidi ve hatta anlaması neredeyse imkansız bir akışkanlıkla ortaya koyduğu mistik vokal onu eşsiz ve benzersiz bir noktaya taşıyordu. Elizabeth Fraser müzik dergileri tarafından bu yüzden "the voice of God" yakıştırmasını almıştı. Ve artık bu isimle anılmaya başladılar onu.



1986 Cocteau Twins için yine dolu dolu bir yıl olmuştu. Yeni stüdyoda iki deneysel EP'den sonra dördüncü LP albüm için start veren ekip 14 Nisan'da "Victorialand" uzunçalarını yine 4AD imzasıyla çıkarttı. Simon Raymonde'un yer almadığı 9 şarkılık bu albüm Robin Guthrie'nin yoğun ambientlarıyla, akustik gitarıyla ve Liz Fraser son derece hafif bir vokaliyle öne çıkıyor. Liz'in düşsel vokali, Robin'in ambient gitarı Cocteau Twins'i çok farklı bir noktaya taşımıştı. Dream pop'ın "definitive album" özelliğini taşıyan "Victorialand" hafif akustik dokunuşların da olduğu ritimsiz, sade, mütevazı ancak son derece düşsel bir atmosferde yapılmış benzersiz bir albümdür.



1986 sonbaharında ABD'li besteci Harold Budd ile birlikte stüdyoya girildi. Klasik Cocteau Twins tadında fakat Cocteau Twins ismi yerine Harold Budd / Simon Raymonde / Robin Guthrie / Elizabeth Fraser isminde 10 Kasım'da 4AD etiketiyle çıkarılan "The Moon And The Melodies" albümünde Dif Juz'dan Richard Thomas da saksafonuyla yer aldı. Albümün en çok göze çarpan şarkısı şüphesiz ki Liz'in o muhteşem vokaliyle "Sea, Swallow Me" oldu.



İki yıllık bir aranın ardından September Sound'da stüdyoya giren grup üzerinde çalıştığı yeni stüdyo albümünün Amerika baskısı için Capitol Records ile lisans sözleşmesi yaptı. Bu büyük bir anlaşmaydı. Büyük bir maddi getirinin yanında birtakım müzikal kaygıları da yanında getirdi. Özellikle böyle büyük bir plak şirketiyle anlaşma yapmak müzikte çizgi kaymasına neden olabiliyor. Robin Guthrie, Reflex dergisine şu demeci vermişti: "Bir problem yaşayacağımızı sanmıyorum. Ne istiyorsak onu yapmaya devam edeceğiz". "Blue Bell Knoll" 19 Eylül 1988'de yayımlandı. Ancak istenilen sonuç elde edilememişti. Ne müzikal anlamda, ne de beklenen destek anlamında.



September Sound stüdyosunda albüm kayıtlarına başlayan grup Ağustos 1990'da bir video klip ile birlikte yayımladığı "Iceblink Luck" single parçasından sonra 17 Eylül 1990'da hem kendisinin hem de shoegaze tarihinin en iyi albümlerinden birine imza attı. 4AD Records ile çıkardığı altıncı ve son albüm olan "Heaven or Las Vegas" 4AD menajeri Ivo Watts-Russell tarafından plak şirketinin gelmiş geçmiş en iyi albümü olarak değerlendirilmişti. 10 şarkılık bu LP albüm Cocteau Twins'in kendini en iyi dile getirdiği ve en başarılı albümdü. Yalnızca Robin'in ambient gitarı seviye atlamamış, Elizabeth'in de vokali evrimleşip daha yeni ve daha feminen bir zemine oturmuştu. Anneliğin getirdiği hislerle yazdığı şarkı sözleri ve Q Magazine tarafından Kate Bush benzetmesi yapılan bu yeni vokal Cocteau Twins açısından oldukça olumlu karşılanan bir durumdu. Nitekim grup üyelerinin en mutlu olduğu bir dönemde ortaya çıkmış son derece keyifli bir dream pop / shoegaze albümü olmuştu. Şarkı sözleri önceki şarkı sözlerinden tamamen farklıydı. Buna bağlı olarak şarkılardaki soundlar ve ritimler de değişmiş, daha yumuşak, daha romantik bir hava hâkim olmuştu.



Son derece başarılı olan bu albüm maalesef beraberinde talihsiz, hatta trajik bir süreç başlattı. Uyuşturucu problemlerinden kurtulamayan Robin, Liz ile süregelen 13 yıllık ilişkisini kaybetmişti. Duygusal birliktelikleri sona erse de Cocteau Twins'teki birliktelikleri devam etti. Ancak yıllardır birlikte çalıştıkları 4AD plak şirketi ile olan sözleşmeleri Robin'in birtakım problemleri nedeniyle sona ermişti. Kasım 93'te çıkarılan "Blue Bell Knoll" albümü Fontana Records etiketi taşıyordu. Albümün içeriği Liz'in Robin'e olan sistemiyle doluydu.

3 yıl sonra tekrar stüdyoya giren grup sekizinci ve son albümünü 13 Mart'ta Fontana etiketiyle piyasaya sürdü. "Milk and Kisses" isimli bu son albümden kısa bir süre sonra Cocteau Twins kariyerini noktalayıp dağılır. Bu dönem aynı zamanda shoegaze öncülerinin bir bir dağıldığı, independent müziğin sonbahar dönemidir. Slowdive, My Bloody Valentine, Ride, The Jesus And Mary Chain, Galaxie 500… Kimler dağılmadı ki? Ama dağılan grupların ardından yeni gruplar ve solo projeler doğdu. İşte bu dönemde Elizabeth Fraser, 1998’de Massive Attack ile beraber çalışmaya başladı. "Mezzanine" albümünde yer alan o efsane "Teardrop" şarkısına imzasını atmıştı. Bu albümde aynı zamanda "Black Milk" ve "Group Four" parçalarını da seslendirdi.

Ardından 2001 yılında Howard Shore'un orkestrasına katılarak The Lord of the Rings'in üç soundtrack’ini seslendirdi. Birçok grupla, müzisyenle çalışmaya devam etti. 2005’te Yann Tiersen'in "Les Retrouvailles" albümünde de yer aldı. "Kala" ve "Mary" adlı fevkalade iki şarkıyı seslendirdi.



Elizabeth Fraser son olarak 2009 yılında "Moses" adlı bir single yayımladıktan sonra sessizliğe büründü.



Dilerseniz Elizabeth Fraser'ın özel hayatına da kısaca bir göz atalım.

Elizabeth FraserCocteau Twins projesine dahil olduktan bir yıl sonra grubun  Robin Guthrie ile bir ilişkiye başladı. Birlikte Cocteau Twins'te harikalar yaratan ikili Will Heggie'nin gruptan ayrılmasıyla "Head Over Heels" isimli LP albümü beraber çıkarmışlardı. Liz & Guthrie ikilisinin bu duygusal birlikteliği tam 13 yıl sürdü. 1989'da Lucy Belle isminde bir kız çocuğu oldu. 3 yıl sonra Cocteau Twins dağılmanın eşiğine geldi. Robin Guthrie çok fazla alkol ve uyuşturucu kullanıyordu. Kendini kaybediyordu ve hiçbir şey üretemiyordu. Tüm bunların üstüne bir de yıllardır birlikte çalıştıkları plak şirketleri 4AD ile yolları ayırdılar. Fraser onu sürekli durdurmak istese de başarılı olamıyordu. 1993 yılında Fontana Records etiketiyle yayımlanan "Four-Calender Cafe" albümündeki "Bluebeard" şarkısının sözlerini onun için yazmıştı: "Are you the right man for me? Are you safe? Are you toxic? Are you my friend?



Yalnızca "Bluebeard" ile kalmadı Robin'e olan sitemi. "Theft, And Wandering Around Lost" şarkısında adeta öfke kusuyordu: "The man is an offender. He took my value. And I give back his shame. And I take back my power. My body is my own. My body is mine alone."


Albüm yayımlandıktan kısa bir süre sonra 13 yıllık Liz & Robin birlikteliği sona erdi. Liz, Robin'in bu sorumsuzluklarına daha fazla tahammül edememişti. Fakat müzik kariyerindeki birliktelikleri hâlâ sürüyordu. Konuyla ilgili olarak Fraser şunu söyledi "Birbirimize çok yakındık fakat daha büyük sorumluluklarımız vardı". Bundan sonra mutsuz bir grup hâline gelen Cocteau Twins'in bu durumu için "çocukçaydı" yorumunu yapmıştı Liz.

Cocteau Twins 1994'te bir konser turuna çıkmıştı ve o dönem Jeff Buckley ile Elizabeth Fraser'ın yolları kesişmişti. Daha önce Jeff'in babası olan Tim Buckley'nin "Song to the Siren" isimli şarkısını This Mortal Coil için seslendiren Fraser, bu karşılaşmadan sonra Jeff'e aşık olur. Kim olmazdı ki zaten? Özellikle birbirlerinin sesine olan hayranlıkları muhteşem bir aşkı doğurmuştu. Liz'in deyimiyle ikisi de birbirlerine deliler gibi aşıktı. Fakat bunu gizli tutuyorlardı. Fraser bunun yayılmasından yana değildi. Çünkü Robin'den henüz yeni ayrılmıştı ve kızı 5 yaşındaydı.

Liz & Jeff ikilisi o rüya gibi seslerini değerlendirmek istiyordu. Ve kısa süre içinde birçok şarkı ürettiler. Şarkıların yalnızca kendilerine özel kalmasını isteseler de dijital ortama bir şekilde sızdı. "All Flowers in Time Bend Towerds the Sun" bunlardan biriydi.  Bu durum ikiliyi bir hayli irite etmişti. The Guardian'da yer alan röportajda Fraser şunu söylemişti:
-Neden insanlar her şeyi duymak zorunda?
-Fakat çok güzeldi.
-Ama görüyorsun, daha bitmemişti bile. Artık dinlemek istemiyorum o şarkıyı. Belki hakkında bir daha düşünmeyeceğim bile.




Elizabeth ilişkinin gizliliği üzerinde bu kadar titizlikle dururken Jeff bunun saçma olduğunu söyleyip reddediyordu. Bu durum ilişkinin sonunu getirdi. 1995'te Jeff ve Elizabeth ayrıldılar.

Eylül 1995'te Cocteau Twins yeniden stüdyoya girer ve 9 yıl sonra ilk defa bir EP albüm yayımlar. Fontana Records etiketiyle yayımlanan "Twinlights" isimli bu kısaçalar albümde yer alan "Rilkean Heart" şarkısını onun için yazmıştı. "Rilkean Heart" ismi Alman şair Rainer Maria Rilke'den geliyordu. RilkeJeff Buckley'nin en sevdiği şairdi. Lirik/romantik şiirin en önemli temsilcilerinden olan Rilke'nin kalbine sahip olduğunu belirtiyordu.Elizabeth Fraser "Rilkean Heart" şarkısını eski sevgilisi Robin Guthrie ile birlikte yazmıştı. Ne acı!

Ayrılıktan 2 yıl sonra albüm çalışmaları için Jeff Buckley Memphis'e gitti. 29 Mayıs 1997'de Mississippi nehri kıyısında Led Zeppelin'in "Whole Lotta Love" şarkısını söyledikten sonra kıyafetleriyle birlikte nehre girdi. 4 Haziran günü cansız bedeni kıyıya vurdu.

Bu trajik olayın ardından Massive Attack ile birlikte "Mezzanine" albümü üzerinde çalışan Fraser, o muhteşem "Teardrop" şarkısını Jeff Buckley için yazmıştı.



BBC'nin Jeff Buckley için hazırladığı belgeselde konuşan Liz "Twinlights EP albümü o adam hakkındaydı. Son vedaydı ona. Ona çok ihtiyacım vardı ama o hep kaçtı." demişti. "Henüz tanışmadan beni etkilemişti. Onun gibi olmak istiyordum. Bu utanç verici ama gerçek. Ona yalnızca aşık olmadım. O çok güzeldi." Sözlerde Jeff'e olan hayranlığını, aşkını, sitemini, özlemini ve çaresizliğini dile getiriyordu. Fraser'ın "Tanrı'nın sesi" diye adlandırılan o muhteşem soprano vokali şarkıyı öyle bir hâle getirmiş ki, inanıyorum ki şarkının bu öyküsünü bilmeyen Cocteu Twins hayranları "Rilkean Heart"ı tekrar dinlediklerinde çok daha farklı şeyler hissedecektir.

28 Ağu 2016

Seçki: Sonbahar Şarkıları

İllüstrasyon: Julie Morstad


Kışlıkları çıkarmanın vakti geldi. Gri bulutlarıyla, yağmur damlalarıyla, tatlı esintileriyle ve sararmış yapraklarıyla sonbahar kapıda hazır. Peki siz hazır mısınız? Üstünüzü battaniye gibi örtecek çok az bilinen güz şarkılarını ufak detaylarıyla birlikte şekerleyip sıcak bir kahvenin yanında size ikram ediyorum. Hoş geldin sevgili Eylül.

Eğer iyi bir müzik dinleyicisi iseniz en güzel şarkıların hep soğuk günlerde yapıldığını bilirsiniz. Çünkü soğuk samimidir, duygusaldır. Ve ağustos ayının bitmesine birkaç gün kala böylesine serin ve gri bir günde sizi sonbahara hazırlamak için kahvemi aldım, battaniyenin altına girdim ve az bilinen, kıyıda köşede kalmış güz ve kış şarkılarını (çünkü inanıyorum ki, o kıyıda köşede kalmış,  dokunulmamış şarkıların hazzı daha büyüktür) derleyip topladım. Sandıklar açılsın, kışlıklar çıksın; sonbahar geliyor!

Minimal kompozisyonlardan ambient müziğe,  post-rock'tan deneysel tınılara 20 şarkılık listemize geriden başlayalım, en güzelini en sona saklayalım istedim.

20. Rhian Sheehan - Somnus
Listemize biraz tanıdık bir isimle başladık. Yeni Zelandalı minimal müzik bestecisi Rhian Sheehan post-rock ve shoegaze müziğinin derin soundlarını biraz da electronic öğelerle birleştirerek son derece başarılı işler yapmakta. Bu da onu modern klasik müziğin en iyileri arasına koyuyor. Birçok film ve dizilere de soundtrack hazırlayan Sheehan'ın 2013 yılında yayımladığı "Stories From Elsewhere" albümünden "Somnus" isimli harika şarkıyla başlıyoruz;  çünkü albüm kapak resmi bir sonbahar.



19. Glass Vaults - Alight
Yeni Zelanda'da ikinci durağımız yine Wellington'dan çıkmış Glass Vaults. 2010 yılında Richard Larsen, Rowan Pierce ikilisi tarafından kurulan ambient pop grubu 2013 yılında çıkardığı "Bright" isimli EP albümünden "Alight" şarkısını sonbahara layık buldum.



18. Lanterns On The Lake - Sapsorrow
2007'de Newcastle'da kurulan Lanterns On The Lake, piyano ile Hazel Wilde'ın sakin vokalini ön plana çıkararak huzurlu melodiler arayan müzikseverlerin tercihleri arasında yer alıyor. Ara ara electronic remixlere yer verse de, post-rock'a göz kırpıp minimal çizgiden şaşmıyor. Bu şarkımız 2010 yılında yayımlanan "Lungs Quicken" kısaçalarından.



17. Wintercoats - Heirloom
İsmiyle listeye en çok uyan grup hiç şüphesiz Wintercoats. Sadece ismiyle de kalmıyor,  müziğiyle de soğuk kış akşamlarında soba kenarında dinlenecek bir grup. Avustralyalı James Wallace'ın tek kişilik bu güzel projesi Brian Eno, Beach House ve Sleep ∞ Over'ı esin kaynağı olarak görüyor. Ve kendini yağmurlu günlere adıyor. "Heartful" albümünün "Heirloom" parçasını en buğulu çalışması olarak görüp sizler için listenin 17. sırasına koyuyorum.



16. The Abbasi Brothers - The Sound of Silence
New Yorklu Amman ve Yousuf Abbasi kardeşlerin kurduğu ambient post-rock grubu American Laundromat Records'ın uykucular için hazırladığı "Sing Me to Sleep: Indie Lullabies" isimli toplama albümünde Simon & Garfunkel'in efsanevi "The Sound of Silence" şarkısını son derece başarılı bir şekilde coverlamış, bizim de listemizin bir parçası olmuş.



15. Esmerine - Lullaby For Nola
Sıradaki adresimizde yine tanıdık bir yüz var. Kanadalı post-rock ilahları Godspeed You! Black Emperor, Silver Mt. Zion ve Set Fire To Flames gruplarının yan grubu olarak ortaya çıkan Esmerine 2012'de İstanbul'da verdiği konser sonrası adeta büyülenmiş, "Dalmak" isimli albümünü burada yapmıştı. Üst gruplarına nazaran daha sakin şarkılar yapan Esmerine "Lost Voices" albümünü geçtiğimiz yıl yayımlamıştı. "Lullaby For Nola" bu listede olmasaydı eksik kalırdı liste.



14. Jara - Chateau Marmont
Soğuğu biraz daha arttırıyorum. İzlanda sınırlarına adım atmış bulunmaktayız. Jara, İzlandalı müzisyenlerin kendine has deneyselciliğini başarılı bir şekilde icra eden multi-enstrümantalist Jarþrúður Karlsdottir'in tek kişilik solo projesidir. Ancak Jara biraz farklı. Daha önce Kira Kira hakkında bu linkte yazdığım yazıyı okumuşsunuzdur sanırım. Orada müzik, sanat ve felsefe hakkında bazı noktalara temas etmiştim. Aslında temas eden ben değildim, Kira Kira'ydı. Çünkü yaptığı müziğin müzik literatüründe tam bir karşılığı yok. Bu yüzden farklı bir literatürle açıklamak gerekiyordu onun yaptığı müziği. Jara da bu çizgide sanatını icra eden güzide projelerden biri. Horror pop dediğimiz yakın dönemin yeni icadı bir müzik janrı var. Adı sanı duyulmamış çok grup var kendine bu etiketi yakıştıran. Ancak ne atmosferi horror, ne de müziği pop. Jara, masumiyet ile korku, masalsı ile ürkütücü temaları bir dakikada aynı şarkının içinde dinleyicisine verebiliyor. "Icelandic" diye özetlediğim bu deneysel yöntem ile müziği kalıplarının dışına taşıyıp özgün bir tarz yakalamayı başarmış Jara. Konu İzlanda müziği olunca konuyu uzatıyorum, farkındayım. Öyleyse 2013'te çıkardığı "Pale Blue Dot" albümünden "Chateau Marmont" isimli kısacık şarkısını buraya bırakıyorum.



13. Kira Kira - Drakula Darling
Hazır İzlanda'ya ayak basmışken, Kira Kira'dan ve horror pop'tan da bahsetmişken sizi az kişinin bildiği bu muhteşem grupla tanıştırmak istiyorum. Hoş, hakkında uzunca bir yazı yazmıştım. Ancak yine de kısaca özetlemek gerekirse multi-enstrümantalist Kristín Björk Kristjánsdóttir'in sahnedeki adı olan Kira Kira bildiğiniz gibi değil. Müziği tuzaklarla ve çelişkilerle dolu. Müzikte dadaist bir yöntemle enstrümanları oyuncak gibi kullanıyor. Kendinizi çok tatlı melodilerin arasında hissettiğiniz bir anda birtakım rahatsız edici, tuhaf ve korkutucu sesleri yüzünüze vurup sizi belki de ilk defa hissettiğiniz grotesk bir atmosferin içine alabilir. 2005'te yayımladığı "Skotta" albümünün bana göre en başarılı şarkısını "Drakula Darling"i listenin 13. sırasına koyuyorum.



12. Mikael Lind - An Army Of Dancing
Hâlâ İzlanda'dayız. Mikael Lind Reykjavíkli bir modern minimal klasik bestecisi, kompozitördür. Üç stüdyo albümü bulunan müzisyen aynı zamanda Edinburgh Üniversitesi'nde electronic müzik prodüksiyonluğu üzerine master yapıyor. 2004'te başladığı solo müzik kariyerinin ilk zamanlarında yoğun electronic sound'lar kullanan Mikael Lind, giderek daha soft, daha sakin, minimal melodiler ile masalsı besteler üretmeye başladı. Kuzeyi ve soğuğu çok seven Lind İzlanda'ya özgü "icelandic" atmosferini nihayet yakalamayı başarmış ve bu sevimli kış şarkısını bizim gibi soğuk havaları seven dinleyicilere hediye etmiş.



11. My Cats A Stargazer - Monod Kinetics
Sıradaki adresimiz New Mexico. My Cats A Stargazer yaptığı müziğe karşın hak ettiği değeri görmeyen piyasa karşıtı bir grup. Aslında Quinn Montoya'nın bu tek kişilik ambient post-rock projesi yer yer bazı konuklar da ağırlayıp sınırları zorlayan kalitede şarkılar yapıyor. Ne kadar stream müzik çağında olsak da ve piyasada popüler olan birçok post-rock grubundan daha kaliteli işler ortaya koysa da MCAS maalesef az kişi tarafından bilinen değerli bir proje. Özellikle 2010 tarihli "Kinetics" albümü post-rock ve shoegaze koleksiyonerleri tarafından mercek altına alınması gereken bir albüm. Öyleyse albümün en bulutlu şarkısını buraya ekliyorum.


10. The Eternal Twilight - Sky Is No More A Friend
Çok sıcak bir ülkeden soğuk şarkıların çıktığı doğrudur. Bu konuda daha sonra bir yazı yazmayı planlıyorum. Zira Doğu Asya ve özellikle Güneydoğu Asya ülkelerinden çok başarılı post-rock ve shoegaze grupları çıkıyor. Ve ciddi bir dinleyici kitlesi de var. Batı'ya nazaran müziğin temasında bir bunalım söz konusu. Hiç kuşkusuz bunun temelinde sosyo-ekonomik nedenler ve toplumsal-tarihsel travmalar yatıyor. Sözü uzatmadan The Eternal Twilight'a getirelim. Hindistan Mumbai çıkışlı bu çalışma My Cats A Stargazer ile de sık sık ortak işler çıkarmaktadır. Quinn Montoya ve Jessica Doyle'ın vokalde yer aldığı 2011 çıkışlı debut albümden "Sky Is No More A Friend" isimli şarkıya listenin 10. sırasında yer veriyorum.



9. Tom Adams - From A Great Height
Taşını sıksan suyundan müzik akacak Britanya'dan çıkmış Tom Adams ile ilk kez 2014'te Salon'da dinleme şansı bulduğumuz Balmorhea konseri öncesi tanışmıştım. Kendisi bir multi-enstrümantalist, söz yazarı ve prodüktördür. Post-rock, indie, ambient ve folk öğeler üzerinde çalışıp sesini harika bir şekilde kullanıyor, tarzıyla da nordik müziğe ve bilhassa Balmorhea'ye göz kırpıyor. Ben de bu genç adamı sizinle tanıştırmak şöyle dursun, size sesiyle, ambiansıyla soğuğu hissettirmesi için listenin 9. sırasında yer veriyorum.



8. Audrey - We Thought We Were Ghosts, But Are Feathers
Soğuğu hissetmek yalnızca kasvetli bir atmosferle, ambient'la olmuyor. Bazı gruplar bunu size dolaylı yollarla da hissettirebilir. Şimdiki durağımız İsveç. Dört tane kadın düşünün,  çok iyi enstrüman çalabilen,  çok iyi kompozisyonlar hazırlayan, post-rock'tan indie'ye, dream pop'tan ambient müziğe icra ettikleri tüm müzik türlerini başarılı bir şekilde notalara döken bu sarışın ablalarımız kuzeyi evimize getiriyor. 2004'ün soğuk bir kış gününde çıkardıkları ilk EP albümünden bu çello harikası, uzun başlıklı, kısacık, sıcacık şarkıyı sizler için listeye aldım. Kahvenin yanında kurabiyeyle dinleyiniz.



7. Evan Abelee - Grief Lessons
Chillwave ve dream pop müziğe aşinaysanız dream pop'a yeni bir soluk katmış Torontolu Denise Nouvion ve Evan Abelee ikilisinin oluşturduğu Memoryhouse'u bilirsiniz. Sub Pop Records'a bağlı favori gruplarım arasında yer almaktadır. Grubun beyni Evan Abelee birçok enstrüman çalabilen başarılı bir müzisyen, söz yazarı ve kompozitördür. Memoryhouse'ta yarattığı düşsel atmosferi kendi solo projesine de yansıtmış, minimal tonları dark ambient'a yaklaştırıp alıştığımız yüzünden uzak, bir hayli soğuk çalışmalara imza atmış. "Grief Lessons" listeye en çok yakışan şarkılardan biri bana göre. Buyurun:



6. July Skies - Garden Constellations
July Skies modern müziğin en sakin, en dingin ve en düşsel melodilerine sahip yaklaşık 20 yıllık bir projedir. Her şey Anthony Harding'in eski püskü bir gitarı ve pedalıyla ambient sound arayışlarıyla başladı. İngiltere'nin küçük bir köyünde başladığı müzik kariyerine 20 yılda dört LP, iki EP albüm sığdıran July Skies post-rock, ambient ve dream pop melodileri minimal bir yöntemle müziğe aktaran güzide bir gruptur. Her ne kadar 2002'de yayımladığı "Dreaming of Spires" albümünden "Garden Constellation" isimli şarkıyı seçmiş olsam da size yalnızca bu albümü değil,  tüm diskografiyi dinlemenizi tavsiye ediyorum.



5. Robin Guthrie - Some Sort of Paradise
Hakkında uzun uzun yazılar yazılacak sayılı müzisyenlerden biridir Robin Guthrie. Çağımızın yaşayan en iyi gitaristlerinden ve kompozitörlerindendir. Kim ki o? Cocteau Twins'in yaratıcısı, beyni, Elizabeth Fraser'ın eski eşi, iki çocuk babası, söz  ve müzik yazarı, ses mühendisi, prodüktör, DJ. Neler yaptı? Cocteau Twins'te, This Mortal Coil'de harikalar yarattı. Altı solo albümü çıkardı. Lush'ın efsane "Spooky" albümünün prodüktörlüğünü yaptı. Post-punk, gothic, ethereal wave, dream pop, shoegaze, ambient semalarında sürekli mükemmeli aradı. Yaptığı hiçbir işi beğenmedi, çünkü daha mükemmelini arzuladı hep. Böyle bir müzisyen için ne denilebilir ki? Listemizin en yaratıcı ismi tartışmasız Robin Guthrie'dir. 2009 yılında Darla Records etiketiyle çıkardığı "Carousel" albümünden (ki bana göre tüm zamanların en başarılı ambient albümlerinden biri) "Some Sort of Paradise" şarkısını buğulu gecelerin hatrına listede 5. sıradan yer veriyorum.



4. Hilmar Örn Hilmarsson - Bium Bium Bambalo
İzlanda'nın en saygın sanatçılarından biri olan Hilmar Örn Hilmarsson 58 yaşına dek sürekli üreten, yazan, çizen, besteleyen çok çalışkan bir isim. Hem sinemada hem müzikte hem de felsefede büyük uğraşlar vermiş, birçok filmin soundtrack'lerini yapmış, sayısız müzisyenle çalışmış,  Björk'ün elinden tutmuştur. Kendisi aynı zamanda bir cadıdır. Evet, cadı. Sıkı bir pagan olan Hilmarsson İzlandalı paganları bir araya getiren "Ásatrúarfélagið" isimli bir pagan topluluğa üye bir cadı. 2001 yılında "Angels of the Universe" filmin soundtrack koltuğuna Sigur Rós'la birlikte oturmuş,  bu muhteşem şarkıyı birlikte yaratmışlar. Klasik bir Sigur Rós atmosferi taşıyan bu şarkıya listenin 4. sırasında yer veriyorum.



3. Lowercaise Noises - The Windows of You (I Sang A Quiet Song)
Listenin sonlarına yaklaştıkça şarkılar daha da güzelleşiyor hiç kuşkusuz. Bu seferki adresimiz New Mexico. Post-rock ve ambient müziği daha minimalist bir atmosfere kanalize edip çello ile sükuneti öne çıkararak müzikte derinliği yakalamak isteyen Andy Othling'e konuk oluyoruz. Kendisi Lowercaise Noises'ın yaratıcısı olmaktan öte mükemmel bir baba. İlk üç albümünü sırayla Marshall, Vivian ve Blake isimli bebeklerine adamış, albüm kapak fotoğrafını eşiyle birlikte çekmiş. Kapak fotoğrafında gördüğünüz "Blake" şu an üç buçuk yaşında. Bir şarkıyla aynı günde doğmuş olmak ne güzel bir hediye! Öyleyse listenin üçüncü sırasına bu 10 dakikalık sıcacık öyküyü bırakalım.



2. Mógil - Nátttröllið
Mógil hakkında daha önce burada bir yazı yazmıştım. İzlanda'nın tanınması gereken grupları arasında yer alıyor benim için. Ve İzlanda müziğini en iyi şekilde ortaya koyan sayılı gruplardan biridir. Bu listeye Mógil'in tüm şarkılarını koysam inanın bana muhteşem bir liste olurdu. Her şarkısı ayrı bir güzellik olan bu şirin grubun üç albümünün tamamını dinledim ve üçünde de deneyselliğin, yaratıcılığın ve minimalizmin yanı sıra İzlanda'nın soğuk havasını iliklerime kadar hissettim. Bazen bir kediyi uyutacak kadar tatlı, bazen de bir operayı inletecek kadar güçlü bir vokal ve sound yaratabiliyorlar. Müzikte dar kalıplara hapsolmaktansa farklı ve özgün enstrümanlarla farklı atmosferlerde gezinti yapmayı yeğleyerek yeryüzünde pek az grubun yaptığı veya yapabildiği bir müziği icra ediyorlar. Dedim ya, bu listenin tamamını Mógil ile doldursak asla eğreti durmazdı. "Nátttröllið" Mógil'in en sert şarkısıdır. Söylemek istediği şeyi sert bir biçimde ifade ediyor, kuzeyin bıçak gibi keskin soğuğunu muhteşem bir vokalle müziğe aktarıyor.



1. Parachutes - Grass Leaves
Başlıkta İzlandaca herhangi bir karakterin olmayışı sizi yanıltmasın, Parachutes İzlandalı bir grup. Buradaki yazımda da belirttiğim gibi post-rock'ın en uykucu, en miskin şarkılarını yapan gruplar arasında yer alıyor. Aslında Alex Somers ve Scott Alario isimlerinden de anlaşılacağı üzere İzlandalı değiller. Ancak Alex'i biraz daha yakından tanıyoruz. Kendisi Sigur Rós'un vokalisti Jónsi'nin erkek arkadaşı. Aynı zamanda Jónsi & Alex grubunun üyesi. Yani İzlanda müziğinin tam da merkezinde yer alıyor. 2008'de yayımlanan "Tree Roots" isimli EP Kópavogsdætur, Amiina ve Jónsi'nin katkılarıyla ortaya çıkmış son derece başarılı bir albüm. "Grass Leaves" isimli dört dakikalık öykü Parachutes'ün en en soğuk ve soluk şarkısı.  Bu yüzden bu şarkıyı listenin birinci sırasına koyuyor ve soğuktan üşüyüp şarkılara sarılarak uyuyacağım günleri iple çekiyorum.

Pazar Dinletisi: Cocteau Twins - Pearly-Dewdrops' Drops










Bu pazar gününü alternatif müzik tarihinin en iyi gruplarından Cocteau Twins'e adıyorum. 32 yıl önce yayımladıkları "The Spangle Maker" EP'sinden "Pearly-Dewdrops' Drops" isimli efsanevi şarkıyı paylaşıp Cocteau Twins hakkında bazı detaylar paylaşmak istiyorum.

Öncelikle albümün yapılış aşamasından başlayalım. 1984'e gelindiğinde Cocteau Twins "Garlands" ve "Head Over Heels" isimli iki LP, "Lullabies", "Peppermint Pig" ve "Sunburst and Snowblind" isimli üç EP yayımlamıştı. Bu arada grubun bas gitaristi Will Heggie gruptan ayrılmış, yerine Simon Raymonde gelmiş. Simon Raymonde'un bas gitarda yer almasıyla birlikte Cocteau Twins Londra'da tekrar stüdyoya girdi ve 2 Nisan 1984'te dört şarkılık "The Spangle Maker" EP'sini çıkardı. Cocteau Twins tarihinin en güzel şarkılarından biri olan "Pearly-Dewdrops' Drops" bu kısaçalarda yer alıyordu. Raymonde'un gruba gelişi kendini hemen hissettirmişti. Zira Will Heggie'nin ritmik, karanlık baslarının yerini daha sakin, daha hafif tonlar almıştı. Her albümde mükemmeli arzulayan Robin Guthrie ise sürekli yeni sound'lar arayışındaydı. Elizabeth Fraser ise her yeni albümde grubun atmosfer değişikliğine paralel olarak vokalde ve sözlerde yeni tarzlar keşfediyor, giderek müzik otoritelerinin merceği altına giriyordu. Zaten nevi şahsına münhasır soprano vokaliyle İngilizce yazılan sözlerin dilini ve telaffuzunu umursamayarak kendi İskoç aksanıyla yoğurup ortaya bambaşka bir güzellik koyuyordu. Keza bu nedenle "Pearly-Dewdrops' Drops" ve daha birçok şarkının ne anlatmak istediği hâlâ çözülemiyor. Cover yapılması en zor grup olarak hiç tereddüt etmeden Cocteau Twins'i gösterebilirim. Müzik dergilerinin "the voice of God" dediği Liz'in bu enteresan vokalinde sözlerin hiçbir önemi yok. Nitekim kendisi de sözlerin çok da önemli olmadığını, anlamak yerine hissetmek gerektiğini belirtmişti.

Öyleyse sözü daha fazla uzatmadan Cocteau Twins'in "Heaven or Las Vegas" ve "Cherry-Coloured Funk" ile birlikte en çok sevilen şarkısı "Pearly-Dewdrops Drops"a bırakıyorum.

26 Ağu 2016

Yeni Şarkı: Efterklang - The Colour Not of Love


Nordik melodilerin huzurlu sesi Danimarkalı Efterklang bu yıl yayımlanacak yeni albümden ikinci single şarkısını paylaştı.

Efterklang, The Happy Hopeless Orchestra ile birlikte üzerinde çalıştığı yeni opera albümü 4 Kasım'da yayımlayacağını daha önce duyurmuştu. Bugün beşinci stüdyo albümü "Leaves - The Colour of Falling"den ikinci teklisini de paylaştı. Daha önce "Cities of Glass" şarkısını paylaşan grup şimdi sözleri Ursula Andkjær Olsen'e ait olan "The Colour Not of Love" ile karşımızda.

Buradan dinleyebilirsiniz:

The Raveonettes'ten Yeni Şarkı: "A Good Fight"


Aylık rutini bozmayan Danimarkalı indie rock ikilisi ağustos ayı şarkısını paylaştı: "A Good Fight".

"Anti-album" mottosuyla bu yıl her ay taptaze şarkılarla alışılmışın dışında işler yapan Sune & Sharin ikilisi yılın yedinci şarkısını da paylaştı.

Buradan dinleyebilirsiniz:


Sabah Dinletisi: Summer Heart - Hit Me Up Again


Kaset dönemine aşık David Alexander'ın chillwave projesi Summer Heart ve onun retro-psychedelic klibiyle günaydın.

Chillwave geçmişe özlem duyanların düşlere sığınıp mutlu oldukları nadir müzik türlerinden biridir. İsveçli David Alexander'ın tek kişilik chillwave projesi Summer Heart bu işi başarıyla yapan sayılı gruplardan biri. 2 albüm ve sayısız single çıkaran Summer Heart sürekli üreterek dinleyicilerine yeni şarkılar vermeyi ihmal etmiyor. Kaset dönemini ve 70'lerin, 80'lerin retro modasını seviyor, shoegaze'den, dream pop'tan ilham alıyor.

Summer Heart'ın 2013'te çıkardığı "Hit Me Up Again" single'ıyla günü açıyoruz. Biraz serotonine ihtiyacımız var.

25 Ağu 2016

Oasis'in Kurucusu Liam Gallagher Solo Albüm Hazırlıyor


2009'da dağılan Oasis'in kurucusu Liam Gallagher önümüzdeki yıl bir solo albüm çıkaracağını duyurdu.

Gallagher kardeşlerin aralarındaki kavga nedeniyle dağılan Oasis'in vokalisti Liam, elinde 10-11 tane kayda değer bestenin bulunduğunu ve bunları yayımlamak istediğini belirtti. Warner Bros. plakçılık ile anlaşan Liam, yeni albüm hakkında bazı detaylar da verdi. "Chin-out" olarak tanımladığı 10 veya 11 şarkıdan oluşacak olan albümdeki şarkı sözleri komik, melodiler hasta ancak lezzetli bir kayıt olacağını söyledi. Albüm önümüzdeki yıl yayımlanacak.

23 Ağu 2016

17 Yıl Sonra Gelen Yeni Bir Albüm: American Football


Tek albümlük indie rock efsanesi American Football 99'da yayımladığı albümden sonra dağılmış ve şimdi 17 koca yılın ardından yeni bir albümle tekrar kapımızı çalıyor. Misafir eli boş gelir mi? Karşınızda post-rock tadında muhteşem bir şarkı: "I've Been Lost For So Long".

ABD'li indie/post-rock grubu American Football 99'da yayımladığı ve grupla aynı ismi taşıyan ilk stüdyo albümünden bir yıl sonra dağılmış, 14 yıl sonra yeniden bir araya gelmişti. Bu yılın başında stüdyoya giren grup yine ismiyle aynı ismi taşıyan bir albüm hazırlığında. Polyvinyl Records etiketi taşıyan 9 şarkılık bu taze albüm 21 Ekim'de piyasaya sürülecek. Explosions in the Sky etkileşimli post-rock lezzetinde ilk single şarkıyı dinleyin ve bizi nasıl mükemmel bir albümün beklediğini bir de siz görün istiyorum.



American Football LP Tracklist:

01 Where Are We Now?
02 My Instincts Are the Enemy
03 Home Is Where the Haunt Is
04 Born To Lose
05 I’ve Been So Lost for So Long
06 Give Me The Gun
07 I Need A Drink (Or Two Or Three)
08 Desire Gets In The Way
09 Everyone Is Dressed Up

Dinleti: Death And Vanilla - Ghosts In The Machine


Geç dönem 60'lardan ve Fransız yé-yé poptan etkilenen, psych ve dream pop öğeleri birleştiren bir enteresan barok pop grubu: Death And Vanilla.

2007'de Malmö'de Marleene Nilsson ve Anders Hansson tarafından kurulan grup iki stüdyo albümü yayımladı. Müzikte geçmişten aldığı ilhamlar ve esintilerle, farklı farklı enstrümanlar kullanıp biraz dark, biraz dream, biraz da pop öğeleri bir araya getirerek yepyeni bir sound elde etti. Bu başarısıyla grup The Guardian Music'in merceğine takıldı. The Guardian'a göre Death And Vanilla 50'ler lounge müziğinden, 60'lar Fransız pop müziğinden etkilenmiş, Stereolab, Mazzy Star gibi egzotik öğelerden esinlenmiş, perili ve ürkütücü bir atmosfere sahip bir grup.  Nispeten grubun müziğine kulak verecek olursak çok farklı noktalara çekebilir bizi. Bu güzel etkileşimi hissetmeniz adına sizi 2010'da kendi imkanlarıyla çıkardıkları ilk EP albümü "Hands In The Dark"tan "Ghosts In The Machine" isimli şarkısıyla başbaşa bırakıyorum.