Albüm Kritiği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Albüm Kritiği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 May 2017

Albüm Kritiği: Slowdive - Slowdive


Slowdive 22 yıl önce yayımladığı "Pygmalion" albümünden sonra ilk kez bir albüm yayımladı. 19 yıllık arada grup üyelerinden müzik endüstrisine, müzik kültüründen shoegaze'in kendisine kadar çok şey değişse de, değişmeyen tek bir şey var, o da Slowdive'ın hâlâ büyüleyici, baş döndürücü, hülyalı ve nev-i şahsına münhasır müziği. Dead Oceans etiketiyle 5 Mayıs'ta yayımlanan "Slowdive" isimli sekiz şarkılık bu kusursuz albüm hem geçmişten, hem de gelecekten izlere tanık olacağımız bir zaman yolculuğuna çıkarıyor bizi.

Dile kolay tam 19 yıl sonra yeniden birleşen shoegaze'in dalgalarda süzülen ismi Slowdive 1995 çıkışlı "Pygmalion"dan sonra ilk kez bir stüdyo albüm yayımladı. 90'ların kayıp jenerasyonun belki de en duygusal, en depresif, en vurucu gruplarından biriydi Slowdive. Shoegaze'in nispeten daha az gürültülü fakat daha yoğun, sisli, dalgalı, buğulu tarafındaydı. My Bloody Valentine, dalgaların sert gel-gitlerle un ufak ettiği kayalar ise, Slowdive okyanusun ortasında süzülen bir sandaldır diyebilirim. Yıllarca Cocteau Twins'in çırakları olarak nitelendirilseler de yarattıkları yeni sound ve shoegaze'e kattıkları yeni perspektif en az Cocteau Twins kadar müziğin birçok dallarını yoğun bir şekilde etkiledi. Öyle ki, Slowdive'ın ardılları bugün alternatif müzik dünyasının en önemli grupları arasında yer alıyor.

Pygmalion'dan sonra çok şey değişti. Neil'ın acılarını marijuana ile depreştirip ortaya koyduğu efsane albümden sonra grup üyeleri dağılıp farklı projelerle meşgul oldular. Yarım kalmış bir öyküye devam etmenin vakti geldiğinde olacakları kestirmek pek de zor değildi. Shoegaze efsaneleri birer birer birleşirken gözler Slowdive'a çevrilmiş ve nitekim 2014 yılında tam 19 yıl sonra Slowdive müzik sahnesine geri dönmüştü. 2015 yılında Chill-Out Festival Istanbul kapsamında Türkiye'deki hayranlarının karşısına çıkmış, hepimize unutulmaz bir gece yaşatmıştı. Ve herkesin aklında aynı soru vardı: yeni albüm ne zaman? Çok geçmeden stüdyoya girdiler ve 2017'ye henüz yeni girmişken albümün ilk single şarkısı "Star Roving"i Texas menşeli plak şirketi Dead Oceans'ın YouTube kanalından yayımladılar. Slowdive ve Slowdive hayranları için yepyeni bir sayfa açılmıştı artık. Zira Slowdive her albümde yeni bir ruh yaratan ve yaşayan bir gruptu. Şimdi bu yeni albümde nasıl bir ruhun ortaya konulduğuna bir bakalım.

Albümün açılış şarkısı "Slomo" albümdeki en iyi şarkılardan biri hiç kuşkusuz. "Pygmalion"dan esintilerden söz ederken şarkının girişine kulak verebilirsiniz. Ancak devamında Slowdive'ın yeni atmosferinde buluyorsunuz kendinizi. Simon Scott'un ritmik davulları, Neil ve Christian'ın yankılı gitarları, Rachel'ın çok uzaklardan gelen meleksi derin sesi ve muhteşem vokal performansıyla Neil'ın şarkıyı içten söyleşisi size bir fanusun içinde, maddeden yoksun bir boşlukta süzülüyor hissiyatı veriyor. Distorsiyon yok, inceliğin agresifliği ve çığlık atarcasına gitarların yankılanışı paragrafın başında da belirttiğim üzere albümün bir özeti sayılabilir aslında.


"Star Roving" albümün ilk single parçasıydı. Bazılarının şaşırdığı, birtakım benzetmeler yaptığı, sevmediği, Slowdive deyip bağrına bastığı, zamanla alıştığı veya gerçekten çok sevdiği bir şarkıydı. Alışılmışın dışındaydı "Star Roving". Diğer üç albüme benzemiyordu. Klasik Slowdive şarkılarına göre hızlı bir ritmi olduğu için "Fast-dive" denildi. Kimileri ise DIIV benzeri bir sound'a sahip olduğunu düşünüp "Slow-diiv" yorumunu yapmıştı. Burada anlaşılmayan nokta Slowdive'ın hiçbir albümünün bir öncekiyle aynı olmadığıdır. İlk demo kayıtlar pre-Slowdive'a; ilk EP albümler demo kayıtlara; "Just For A Day" ilk EP albümlere, "Souvlaki" "Just For A Day"e; "Pygmalion" "Souvlaki"ye; Mojave 3 ise tümden Slowdive'a benzemiyordu. Hepsi farklı ve yeniydi. İşte bu nedenle "Star Roving" de diğer şarkılara benzemiyordu. Bence tek olumsuz yanı arkalarda synthesizer kullanılmasıydı. Shoegaze için gereksiz ve fazlalık bir enstrüman olduğu aşikar. Yine de feedback'lerin, reverb'lerin havada uçuştuğu bu şarkıda Neil'ın başarılı vokali öne çıkıyor ve şarkının Slowdive'a ait olduğunun altı çiziliyor.


Üçüncü şarkı "Don't Know Why" Rachel Goswell'in vokalde öne çıktığı bir parça. Şarkı 90'ların twee-pop ritmiyle başlıyor, Rachel'ın serin sesi Slowdive'ın yoğun gitar harmonisiyle buluşunca havada süzülen bir ses dalgası canlanıyor gözümde. Neil Halstead vokaliyle şarkıya çok güzel bir dokunuş yapmış. Biraz "Souvlaki"den, biraz da "Just For A Day"den esintilere rastlıyoruz "Don't Know Why"da. Şarkı, ağırlığını gram gram hissettiriyor kafanızın içinde. Mutluymuş gibi bir hisle başlasa da mutluluğun ve hüznün ötesinde, tüm duyguların iç içe geçtiği ve birbirleriyle yoğunlaşıp donuklaştığı soyut bir duygulanım söz konusu.


Albümün dördüncü şarkısı "Sugar For The Pill" geçtiğimiz ay pek güzel bir video klip ile birlikte YouTube'dan yayımlanan Slowdive'ın ikinci yeni single şarkısıdır. Benim de albümdeki favori parçam bu şarkı. Huzurlu bir giriş yapıp Christian'ın gitara dokunmasıyla giderek sivrilen, yükseklere uçan ve Neil'ın o kusursuz vokaliyle havada zigzaglar çizmeye başlayıp yer yer durulan fakat sonlarda iyice savrulup en sonunda kıyıya vuran bir uzay gemisi adeta "Sugar For The Pill". Arkada synthesizer ile yaratılan senfonik sound'u Slowdive aslında ambient gitar tekniğiyle yapardı. Ancak bu albümde ambient gitar neredeyse hiç kullanılmamış. Fakat yine de kötü olduğunu söyleyemem. Şarkının içinde güzel ve naif bir yer edinmiş kendine. Hiç rahatsız etmeden diğer seslerle çok güzel bir uyum sağlamış.



"Everyone Knows" ince bir synth tınısının ardından akustik ile başlayıp gürültüyle devam eden ve Rachel'ın tek başına vokal yaptığı albümdeki tek şarkı olma özelliğine sahip. -Ayrıca Rachel Goswell ilk defa bir Slowdive albümünde tüm şarkılarda vokaliyle yer aldı.- Bu şarkı "Just For A Day" ile yeni Slowdive arasında bir köprü niteliğini taşıyor. Bir My Bloody Valentine veya "Morningrise" olmasa da albümün en gürültülü şarkısı olarak öne çıkıyor.


"No Longer Making Time" Slowdive'ın yeni yüzünü yansıtan bir başka şarkı. Ağır ritmiyle, sert gitar feedback'leriyle ve Neil & Rachel ikilisinin harika vokal harmonisiyle hiç kuşkusuz albümün en iyileri arasında yer alıyor. Şarkıdaki dalgalanmalardan direkt "Just For A Day" aromasını alabilirsiniz. Vokaller kusursuz, gitarlar baş döndürücü, ritim ise gözleri kapatıp karanlıkta dans etmelik. Şarkı tam anlamıyla sarhoş edip uzaya fırlatıyor insanı.


"Go Get It"i dinlerken Alcest ve Les Discrets geliyor aklıma hep. Açıkçası Neil Halstead'in Fransız blackgaze gruplarından etkilendiğini söylemek mümkün. Alcest'in "Shelter" albümünde Neige ile birlikte yer alan Neil, zaten müzikal anlamda Neige'i en çok etkileyen müzisyendi fakat anlaşılan Neil da Neige'den bir şeyler almış olmalı. Şarkıda yalnızca bu etkiyi görmüyoruz. İyi kulak verirseniz "Pygmalion"daki o deneysel tınılara da rastlayacaksınız. Şarkının sonlarındaki kalın vokal ise blackgaze etkisinin en belirgin halidir. Bu da çok güzel.


Albümün sekizinci ve son şarkısı "Falling Ashes" piyano ve arkalarda sessizce fısıldaşan deneysel tınıların olduğu sakin bir şarkı. Slowdive'ın hiç yapmadığı bir şey değil fakat shoegaze ve dream pop'tan bu kadar uzaklaştığı başka şarkı yok diyebilirim. Hem Kuzey'in minimal klasik tonlarını, hem de kırsalın kalın folk vokalini "Falling Ashes"ta bulabilirsiniz. Neil Halstead'i etkileyen yeni bir müzik türü olarak deneysel minimal klasik müziği gösterip yeni kayıtlarda bu etkiyi işaret etmek şaşırtıcı olmaz zannedersem.


"Slowdive" genel hatlarıyla feedback'lerin, reverb'lerin havada uçuştuğu, nostaljiyi yaşatırcasına soyut, bohem ve iç karartan şarkı sözlerinin öne çıktığı, shoegaze ile dream pop'ın Neil Halstead eliyle muhteşem harmonisini yakaladığı tek kelimeyle muhteşem bir albüm. 1989'dan bugüne tam 28 yıl geçmiş. Ancak Slowdive ilk günkü kadar genç, dinamik, sarhoş; tıpkı bir şarap gibi yıllanmış, lezzetli ve kıymetli. 

Albüm değerlendirmesi:
9/10

13 Eki 2016

Albüm Kritiği: The Radio Dept. - Running Out Of Love


The Radio Dept. 6 yıl önce yayımladığı albümü "Clinging to a Sceme" albümünden sonra ilk kez yeni bir stüdyo albümüyle karşımızda. Ara ara single şarkılarla yüzümüzü güldürmeyi ihmal etmeyen dream pop müziğin prostest kanadı The Radio Dept. electronic öğelerin bolca kullanıldığı biraz politik, biraz sosyal mesajların yer aldığı yeni albümü "Running Out Of Love" albümünü Labrador Records etiketiyle yayımlıyor. Ben de albüm hakkında bir yazı kaleme aldım.

"Running Out Of Love" 21 Ekim'de fiziksel olarak yayımlanıyor. Ancak ilk kez NPR Music'te stream olarak yayına girdi.


Açılış şarkısı Sloboda Narodu özlediğimiz The Radio Dept. şarkılarından çok tatlı bir esinti olmuş. Hırvatça-Sırpça "halka hürriyet" anlamına geliyor. 1942'de idam edilen Yugoslav partizan Stjepan Filipovic'in idamdan önce söylediği "Smart fasizmu, sloboda narodu!" (faşizme ölüm, halka hürriyet) sloganından alıyor ismini. Albümde gitarın nadir kullanıldığı naif bir dream pop örneği olan bu güzel şarkıyı dinlerken The Radio Dept.'in eski günlerine dönüyorsunuz. Şarkı ayrıca geçen yıl yayımlanan Death To Fascism single'ından esintilenerek hazırlanmış. Klasik bir The Radio Dept. şarkısı olan Sloboda Narodu albümdeki en güzel şarkılardan biri diyebilirim. "Freedom now!"

İkinci şarkı Swedish Guns albümden yayımlanan ikinci single parçaydı. Daha önce de dinleme fırsatı bulduğumuz bu harika şarkı bolca synth öğelerin kullanıldığı The Radio Dept.'in yeni yüzü oldu. Her ne kadar gitar kullanılmasa da ve bu nedenle yoğun bir eleştiriye maruz kalsa da, Swedish Guns tüm bu eleştirileri boşa çıkaracak kadar çok güzel. Şarkıyı bu kadar çok güzel kılan şey hiç kuşkusuz şarkının ritmi, sözleri ve Johan Duncanson'un harika vokal performansı.

İlk iki şarkı ne kadar muhteşem olsa da aynı şeyi We Got Game için söylemek pek mümkün değil. Konu The Radio Dept. olunca istemsizce çıtayı yüksek tutuyorum. Ancak benim böyle bir yorum yaptığıma bakmayın. We Got Game piyasada dream pop veya indie pop etiketiyle yayımlanan birçok şarkıdan çok daha güzel. Elektronik öğelerin yine had safhada olduğu bu şarkı The Radio Dept.'in synthpop sularına ayak bastığı ilk şarkı olabilir.

Thieves Of State The Radio Dept.'in daha önceki albümlerinde de yer verdiği tadımlık bir ambient şarkı. Her albümde mutlaka denk gelebileceğiniz 2 dakikadan kısa bu intro tadındaki enstrümental şarkı albümün kısa bir trailer'ı olabilir.

Occupied albümün yayımlanan ilk single şarkısıydı. Daha önce de "nerede bu gitarlar?" diye eleştirdiğim şarkıya şarkının o güzel atmosferinin, sözlerinin ve Duncanson'un naif vokalinin hatrına saygı duydum ve bağrıma bastım. 7 dakika 18 saniyelik bu uzun şarkı (The Radio Dept. şarkıları uzatmayı sevmez) albüme dair ilk ipuçlarını taşır nitelikteydi: elektronik öğeler, synthler, hızlı bir ritim ve gitarsız bir sound. Fakat The Radio Dept. nereye dokunsa çiçekler açıyor. Bu da gol oldu!

Albümün altıncı şarkısı This Things Was Bound To Happen kötü bir giriş yapıp Duncanson'un muhteşem sesiyle bambaşka bir hâle bürünüyor adeta. Bir tane mi kötü şarkı yapmazsınız siz? Bu şarkıda da geçmişten esintilere tanık oluyoruz.

Can't Be Guilty derin bir sound ile başlıyor. Gerek şarkının ritmi olsun, gerek sözleri olsun, gerekse de atmosferi olsun pek bir sakin ve hoş. Ölüm, umutsuzluk ve sevgi gibi soyut kavramlara değinen The Radio Dept. son dönemlerde yoğun bir şekilde öne sürdüğü politik söylemden bir hayli uzakta kendi içine kapanık bir şarkıyla karşımızda. Evet, bu şarkı da muhteşem olmuş.

Committed To The Cause bas gitarla güzel bir giriş yapıp ritmiyle şarkının seyrini bozmadan aynı ölçekte devam ediyor. Çok farklı seslerin bir araya geldiği bu şarkının başlarında hafiften bir 90'lar havası sezdim. Şarkıda bas gitar Duncanson'un vokalinin bile önüne geçiyor.

Albümle aynı ismi taşıyan Running Out Of Love albümün ikinci enstrümental şarkısı özelliğine sahip. Sakin bir ritimle, Duncanson'un temiz dream gitar dokunuşlarıyla her ne kadar yenilik peşinde olsa da bir ayağının hâlâ geçmişte olduğunu gösteriyor bize The Radio Dept.

Albümün son şarkısı Teach Me To Forget house ritimle başlayıp derinden bir 90'lar elektronik müziğini verse de Johan Duncanson şarkıyı bir felakete sürüklemekten kurtarıyor. Ancak şarkı aralarında o kulak tırmalayan elektronik sound şarkının ilerleyen bölümlerinde house ritimleriyle de birleşerek albümün en kötü parçası olma hakkını kazanıyor. Bu şarkıyı Duncanson'un güzel vokali bile kurtaramadı.

Genel itibariyle baktığımızda elektronik çizgiye kayacak diye endişeyle beklediğim bu albüm neyse ki endişelerimi boşa çıkardı. Yer yer geçmişten izler taşıyan "Running Out Of Love" yeni tatlar arayışında olan The Radio Dept.'in muhtemelen bir geçiş albümü niteliğini taşıyor. İsveç'te günlük sosyal yaşamdan grup üyelerinin kendi yaşam deneyimlerine, anti-faşist duruştan iç dünyanın soyutluğuna uzanan bu başarılı albüm The Radio Dept.'e olan sevgimizi bir kez daha büyüttü. Evet, her ne kadar biz The Radio Dept. dinleyicileri grubun shoegaze, dream pop ve noise semalarında mütevazı uçuşuyla sevmiş olsak da grubun bu yeni stili, gitarsız şarkıları, elektronik ritimleri kendilerinden çok bir şey kaybettirmediğini rahatlıkla söyleyebilirim.

En güzel şarkı: Swedish Guns
En kötü şarkı: Teach Me To Forget
En güzel sözler: Can't Be Guilty

Not: 7/10