Yerli sahnede eksikliğini hissettiğimiz bir janrın yıllardır taşıyıcılığını yapan Nugo Sebil'in tek kişilik post-punk projesi Kumadam debut albümü "Ölülere Ninniler"i Personal Space Records etiketiyle stream ortamlarda yayımladı.
Kargalar, Dreamwalker ve The Rorschach Audio projelerinden sonra müziğe uzun bir ara veren gothic/darkwave ehli yerli müzisyen Nugo Sebil'in yeni projesi Kumadam Personal Space Records etiketli ilk albümünü 31 Mayıs'ta Spotify ve iTunes üzerinden resmi olarak yayımladı.
İlhamlarını 80'lerin gothic, post-punk efsanelerinden alarak kendi düşsel motifleriyle harmanlayan ve rüyalarla haşır neşir olup kendini "Düşgezer" olarak tanımlayan Nugo Sebil hayal kırıklıklarını, kaybedişlerini, düşüşlerini, vazgeçişlerini ve geçmişin tüm yaralarını zihninde ve bedeninde müziğe dönüştürerek adeta karanlıkta elinde ışığıyla dolaşan bir büyücü olarak çıkıyor karşımıza. Fakat tıpkı Frankenstein'ın canavarı gibi korku saçan görüntüsünün arkasında sevgi ve umut var. Ancak çürümüş ahlâk normlarıyla toplumsal düzencenin ve çarpık modern-insan ilişkilerinin her zaman dışında kalmış; yarattığı kendi soyut evrenin otonom bir bölgesinde mitolojik motiflerin düşsel ögelerini karanlıkla birleştirip ortaya koyduğu bu yepyeni projesi Kumadam hepimizden bir şeyler taşıyor.
"Ölülere Ninniler" albümünü Joe Bousquet'nin sözleriyle özetleyecek olursam: "Yaralarım benden önce de vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum."
"Ölülere Ninniler"i aşağıdaki bağlantılardan dinleyebilirsiniz:
Gothic'ten darkwave'e, industrial'dan post-punk'a uzanan 20 şarkıyla Halloween gecesine özel bir liste. Happy Halloween!
20. Echo & The Bunnymen - Nocturnal Me
Açılış konuşmasını İngiliz post-punk klasiği Echo & The Bunnymen ile yapmak istedim. 1984 çıkışlı albümü "Ocean Rain"den en sevdiğim şarkı olan "Nocturnal Me" klasik bir gotik edebiyat esintisiyle yazılan sözleri, akustik ritimleri ve barok dönem motifleri taşıyan senfonik müziğiyle listede gotik-romantik havayı en iyi yansıtan şarkılardan biri hiç kuşkusuz.
19. Clan Of Xymox - Something Wrong
Bir 4AD klasiği olan Hollandalı Clan Of Xymox 80'lerde new wave tarzda dans müziği yaparken gothic müziğin popülaritesini yitirdiği 90'lı yıllarda gothic müziğe geçiş yaptı. Aslında Xymox'nun müzikal seyri sürekli değişmekte. Bazen synthpop, bazen darkwave, bazen new wave, bazen gothic tarzda şarkılar yapıp yelpazeyi hep geniş tutmuş. Şarkımız "Something Wrong" 2001 yılında yayımlanan "Notes From The Underground" albümünden.
18. Xmal Deutschland - Incubus Succubus
Gothic, wave müzik Britanya'da çıkmış olsa şüphesiz en çok etkilediği ülke Almanya oldu. Ve Almanya bu dark kültürü en çok koruyup kollayan ülke olmaya devam ediyor. Xmal Deutschland 1980'de kurulduğunda dünya gothic müzikle tanışalı birkaç yıl olmuştu. 4AD Records'un karanlığa karanlık kattığı o yeni Viktoryen dönemde 10 yıl boyunca ayakta duran Xmal Deutschland dört stüdyo albümü yayımlamıştı. "Incubus Succubus" (Incubus: erkek seksüel şeytan; Succubus: kadın seksüel şeytan) ise en çok sevilen şarkısı olarak biliniyor.
17. The Birthday Party - The Friend Cathcher
Nick Cave'in Rowland S. Howland ile birlikte delilik dönemi The Birthday Party birçok Nick Cave dinleyicisinin alıştığı sakin, temiz sound'dan bir hayli uzakta goth, deathrock gürültülü ve karanlık şarkılar yapan kısa dönemlik bir efsaneydi. Aslında The Boys Next Door projesinin ismi değiştirilmiş haliydi The Birthday Party. 3 yıllık müzikal kariyeri boyunca 3 başarılı albüm çıkarmayı başarmıştı. Daha sonra yollar ayrılında yeni efsaneler doğdu. Grubun 1980 çıkışlı debut albümü "The Birthday Party"den "The Friend Cathcher" Halloween'in karanlığına yakışır bir şarkı.
16. Christian Death - Church Of No Return
Los Angelslı Christian Death deathrock, gothic rock müziğin en başarılı temsilcilerinden biridir. Keza Amerika'da görmeye pek alışmadığımız bir manzarayı bu kadar iyi temsil etmesi onu ayrı bir noktaya koyuyor. Şarkılarının genel teması seks, uyuşturucu ve anti-christ olan Christian Death 38 yıldır varlığını sürdürüyor. Tam 19 stüdyo albümü bulunan grubun popüler şarkısı "Church Of No Return" 1993 çıkışlı "Jesus Points the Bone at You?" albümünden.
15. Alien Sex Fiend - She's A Killer
Nick Fiend ile Mrs. Fiend ikilisinin kurduğu Londra çıkışlı deathrock, goth rock grubu Alien Sex Fiend gothic müziğin kült grupları arasında yer alıyor. Alien Sex Fiend 34 yıllık kariyerine 16 albüm sığdırmayı başarmış. Grubun en popüler şarkısı "She's A Killer" 1984'te yayımlanan "Acid Bath" albümünden.
14. Q Lazzarus - Goodbye Horses
New Jerseyli Q Lazzarus "The Silence Of The Lambs" filminin hafızalardan silinemeyen soundtrack şarkısı "Goodbye Horses" ile adını tüm dünyaya duyurmayı başarmış tek şarkılık bir efsaneydi. Birçok grup tarafından yorumlanan bu harika şarkının ben henüz kötü bir cover'ına denk gelmedim. Sanırım bu durum şarkının kalitesiyle ilgili olmalı. "All things pass into the night".
13. Stone 588 - Iron Satellites
1992'de Californialı Terri Kennedy ve Dave Rhine ikilisinin kurduğu Stone 588 alternative rock'ın piyasayı ele geçirdiği bir dönemde gothic müziği inatla savunan birçok underground gruptan biriydi. 12 yıllık kariyeri boyunca 5 albüm yayımlayan grup kadın vokali gothic, deathrock müzikte en iyi kullanan ikinci dönem gothic rock gruplarından biriydi hiç kuşkusuz.
12. My Bloody Valentine - Forever & Again
Shoegaze müziğin yaratıcısı efsanevi grup My Bloody Valentine çok az bilinen karanlık yüzüyle karşı karşıyayız. Bilinda Butcher'sız erken dönem gothic, deathrock denemesi olan 1985 çıkışlı "This Is Your Bloody Valentine" isimli mini albüm Kevin Shields'in ipleri henüz eline almadığı ve David Conway'in etkisi altında kalmış, soundlarla, ritimlerle vokalle tam bir gothic / death rock albümdür. Hatta fazlasıyla Bauhaus etkisinden söz edebiliriz. Darkwave ve goth müziğin yükselişe olduğu neo-viktoryen dönem Almanya'da stüdyoya girmenin kaçınılmaz bir sonuydu "This Is Your Bloody Valentine".
11. Lebanon Hanover - Gallowdance
Modern zamanın en başarılı gothic, darkwave gruplarından biri olan Lebanon Hanover Almanyalı Larissa Iceglass ve İngiltereli William Maybelline tarafından kurulmuş henüz 6 yıllık bir müzikal kariyere sahip. Ancak bu kadar kısa süre içinde 4 başarılı albüm yayımlayarak ciddi bir hayran kitlesi yakalayabilmiş.
10. She Past Away - Kasvetli Kutlama
Batı'ya en iyi açıldığımız grup hiç kuşkusuz She Past Away olmalı. Kendi ülkesinde hak ettiği değeri görmeyip yurtdışında ciddi bir hayran kitlesine sahip olan Bursa çıkışlı She Past Away, modern gothic, darkwave müziğin en iyi temsilcileri arasında yer alıyor demek abartılı olmayacaktır. 2012 çıkışlı "Belirdi Gece" albümünden "Kasvetli Kutlama" Halloween için ismiyle müsemma en uygun şarkılardan biridir bence.
9. Marilyn Manson - This Is Halloween
İsmiyle müsemma şarkılar demişken bir Halloween klasiği "This Is Halloween"i pas geçmek yakışık almazdı. Tim Burton'ın 1993 yapımı kült animasyon filmi "The Nightmare Before Christmas" için Marilyn Manson stüdyoya girdi ve "This Is Halloween" gibi bir başucu şarkısıyla çıktı. Halloween gecelerinin vazgeçilmezi benim de vazgeçilmezimdir.
8. Cocteau Twins - Garlands
Bir 4AD Records klasiği Cocteau Twins ethereal, dream pop müziğin şüphesiz en iyi grubu olarak bilinse de müzikal kariyerine gothic romantic müziğin en iyi albümlerinden 1982 çıkışlı "Garlands" ile başlamıştı. Will Heggie'nin ürkütücü ritmik basları, Robin Guthrie'nin Bauhaus'u çağrıştıran gitarı, Elizabeth Fraser'ın muhteşem soprano vokaliyle birleşince ortaya Viktoryen dönemin karanlık atmosferi çıkıyor. Albümle aynı ismi taşıyan "Garlands" Halloween'e yakışır güzellikle bir çalışma olmuş.
7. 2000 Plus - Homewards
Hollandalı 2000 Plus hakkında neredeyse hiç bilgi yok. 1986-88 arasında, çok kısa süreli bir müzik kariyeri boyunca kendi plağını kendisi çıkarıp iki albüm yayımladı. Gothic müziğin alternative müziğe yenildiği bir dönemde ortaya çıkması belki de onları kıyıda köşede bıraktı. 1986 çıkışlı "The Very First" longplay albümünden "Homewards" benim favori gothic wave şarkılarımdan biridir.
6. Farblos - Winterherz
2010 yılında F. Karnstein tarafından Almanya'da kurulan Farblos hak ettiği değeri görmeyen underrated gothic wave gruplarından biri. İki demo albümden sonra geçen yıl ilk uzunçalarını yayımlayan Farblos 2012'de çıkardığı demo albümünden "Winterherz" şarkısı ile adını duyurdu.
5. The Cure - Cold
Gothic kültürün ikonik ismi Robert Smith öncülüğünde kurulan The Cure müzikal kariyerinin 40. yılına girdi bu yıl. 40 yılda 13 stüdyo albümü yayımlayarak hakkında söylenecek hiçbir şey bırakmayan The Cure yalnızca gothic kültürün değil, 80'ler kültürünün de kült ismi haline geldi. Erken dönem kayıtlarından 1982 çıkışlı "Pornography" albümünden "Cold" şarkısını listede 5. sıradan yer veriyorum.
4. Siouxsie And The Banshees - Halloween
Bu yıl 40'ına basmış gothic müziğin efsanevi grubu, hatta kurucusu bile diyebileceğimiz Siouxsie & The Banshees İngiliz avant-garde müziğinin öne çıkan isimleri arasında yer alıyor. Makyajıyla, sahne duruşuyla, şarkı sözleriyle ve müziğiyle sayısız müzik grubunu ve alt-türleri etkilemiş, kendi alt-kültürünü yaratmış ikonik isim Siouxsie Sioux'nun öncülüğünde 20 yılda 11 albüm çıkaran Siouxsie & The Banshees 1981 yılında yayımladığı "Juju" albümünden "Halloween" isimli şarkısını listeye 4. sıradan alıyorum.
3. Joy Division - Heart And Soul
Kısa dönemde büyük işler başaran Joy Division yalnızca iki albümle müzikte devrim yaratan bir isim oldu. 1980'de majör depresyondan intihar eden Ian Curtis bu bunalımını en yoğun hissettirdiği şarkısı kuşkusuz "Heart And Soul" oldu. Joy Division hakkında söyleyecek başka hiçbir şeyim yok. Avant-garde müzik seven herkesin hayatına dokunmuş bir kasvetti.
2. The Sister Of Mercy - Lucretia, My Reflection
Gothic rock müziğinin en iyilerinden efsane grup The Sister Of Mercy gothic müziğin ve gothic kültürün kilometre taşlarından biridir. Gothic rock'ın müzik dünyasına yeni yeni adım attığı 1977 yılında İngiltere'de Andrew Eldritch liderliğinde kurulan ikonik grubun müzikal kariyeri dört bölüme ayrılmış durumda. 2 yıl aralıklarla yeniden toplanan grup son olarak 1995'te birleşerek günümüze kadar gelmiş ve bunca zaman içerisinde yalnızca üç albüm yayımlamıştı. Fakat bu durum The Sister Of Mercy'yi hiçbir zaman gözden düşürmedi. Grubun kült şarkısı "Lucretia, My Reflection" ile listenin 2. sırasında.
1. Bauhaus - She's In Parties
Peter Murphy, Daniel Ash, Kevin Haskins ve David J. tarafından 1976'da İngiltere'de kurulan Bauhaus hiç kuşkusuz gothic müziğin en iyi ismi olarak hafızalarda yer edindi. 4AD Records'un arşivimize kattığı efsanelerden biri olan Bauhaus'u liste başı yapmak için çok fazla sebep varken 1983 çıkışlı "Burning From The Inside" albümünden "She's In Parties" şarkısını gecenin şarkısı olarak seçiyorum.
Bonus: Cradle Of Filth - Halloween II
Klasik İngiliz gothic'inin daha sert halini icra eden Cradle Of Filth 25 yıllık bir müzik kariyerine sahip. 2006 yılında yayımladığı "Thornography" albümünden "Halloween II" şarkısı bonus track olarak yer veriyorum. Bu şarkı listenin olmazsa olmazıydı.
Müjde! Shoegaze efsanesi The Jesus And Mary Chain bir yıldır üzerinde çalıştığı yeni albümünü tamamladı. Albüm 2017'de yayımlanacak.
80'lerin romantik, sert, gürültülü topluluğu İskoçyalı The Jesus And Mary Chain geçen yıl ekim ayında The Guardian'da yer alan haberde yeni albüm çalışmalarına başladığını söylemişti. Geçtiğimiz gün The Jesus And Mary Chain'i piyasaya tanıtan Creation Records'un patronu Alan McGeeInstagram hesabından paylaştığı fotoğrafın altına yeni albümün tamamlandığını, muhteşem bir albüm olduğunu ve gelecek yıl yayımlanacağını söyledi. The Jesus And Mary Chain son olarak 1998'de "Munki" isimli bir longplay albüm çıkardıktan sonra müzikal kariyerine son vermiş, 2007'de yeniden bir araya gelmişti.
"Şeytanın ölümü hayal gücü açısından bir trajedidir, fakat XVII. yüzyıl gotik'inin de kurtuluşudur." (Wallace Stevens)
Erken dönem 80'lerin Britanya ve Almanya'sını kasıp kavuran goth / dark akımı günümüzde yeniden ele alınıp avangart müziğin en önemli halkalarından biri olma özelliğini elinde tutuyor. Geçmişin tüm zengin, deneysel, yaratıcı ve özgün müzik çalışmaları geçerliliğini hiçbir zaman yitirmeyecek. Etkilediği yeni akımlar şöyle dursun, teknolojinin ve elektroniğin gölgesinde kalan bazı değerler inatla yaşatılmaya devam ediyor. XXI. yüzyılda hâlâ Viktoryen dönem ruhunu yaşayan müzisyenler heteredoks değerleri savunan punk kültürle olan etkileşimlerini inkâr etmeden karanlığı daha da karartarak güneşimizi söndürme görevini öncüllerinden devraldılar.
Gotik kültür o kadar zengindi ki kendi içinde alt kültürlerini doğurdu. Aydınlanma'nın öldürdüğü tanrı figürü insanı derin bir mânâ boşluğuna sürükledi. Yalnızca inanılan bir figür değildi, aynı zamanda korkulan da bir figürdü tanrı. Ve elbette tanrının düşmanı şeytanlar, cinler, kötü ruhlar... Gotik düşünce tam da bu dönemde ortaya çıkarak insandaki bu büyük mânâ boşluğunu doldurmaya çalıştı. O, ne metafizik zırvalıkları kabul etti, ne de materyalist duygusuzlukları. Gotik düşünce bir tepkiydi yaratılan bu duygusal yıkıma karşı. Gotik edebiyatın metaforları Karl Marx'ı bir hayli etkilemiş, "zincir", "kan emici", "vampir", "hayalet" gibi bazı kelimeler marksist terminolojiye yerleşmişti. Erken dönem XIX. yüzyıl yalnızca marksist felsefenin değil, Victoria döneminde popüler olan romantik akımla birlikte gelişen gotik edebiyatın da ortalığı kasıp kavurduğu bir dönemdi. XII. yüzyılda Latin sanatına bir tepki olarak doğan gotik sanat XVIII. yüzyılda Aydınlanma'ya karşı bir edebiyat akımı olarak ortaya çıkmış, XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinde soğuk savaş propagandasına karşı sinemada, geç dönem 70'lerde ise popüler kültüre karşı müzik alanında ortaya çıkarak protest ve avangart kimliğini korumuştur. Bugün "gotik" dediğimizde aklımıza gelen ilk üç şey edebiyat, kültür ve müzikse eğer, edebiyatta Edgar Allan Poe, Mary Shelley ve Bram Stoker; kültürde gotik mimari, gotik heykel ve gotik resim; müzikte ise Bauhaus, The Sister Of Mercy ve Siouxsie and the Banshees gelir aklımıza. Yarattıkları yeni romantik, karanlık atmosferin yanı sıra saç stilleriyle, makyajlarıyla, kıyafetleriyle ve sahne duruşlarıyla birer moda ikonları olarak da alt kültürlerini oluşturdular. Wave müzik 90'larda alternatif gruplara yenik düşse de 2000'lerin başında yeniden ortaya çıkmaya başladı; üstelik birçok yeni tarz yaratarak. Bugün goth wave, darkwave, -ve yelpazeyi biraz geniş tutarak- cold wave, industrial ve drone müzik adına yeni şarkılar üreten yeraltında çok fazla müzik grupları ve solo projeleri mevcut. Dilerseniz sözü daha fazla uzatmadan güncel başarılı dark gruplarından küçük bir seçki yapalım.
İlk adresimiz ismini Nietzsche'nin ünlü "güç istenci" felsefesinden alan The Will To Power. James Hofer ve Dylan Hunter tarafından kurulan Kanadalı darkwave projesi hakkında neredeyse hiç bilgi yok. Üç EP'si bulunan The Will To Power "Might" single'ından "Still" isimli şarkıyı açılış konuşması olarak seçiyorum.
Bolognalı Mirko Void'in tek kişilik darkwave projesi Le Ettere di Anna İtalya'nın zengin dark ve synth müzik mirasını koruyan underrated gruplardan biridir.
Nouvelle Phénomène son yıllarda giderek yükselen Fransız gothic-romantic darkwave akımının değerli bir parçasıdır.
Almanyalı Philipp Läufer'in tek kişilik solo projesi olarak başlayan Bleib Modern daha sonra yeni üyelerle sayısını beşe çıkarmış. Shoegaze, post-punk ve cold wave tınılarını karanlık bir vokal ile bir araya getirmiş. İki stüdyo albüme imza atan Bleib Modern'in "Lows" isimli EP albümünden "Forest" parçasını listeye eklemeye değer buluyorum.
15 yıllık müzik kariyerine 10 stüdyo albümü sığdırmayı başaran İspanyalı The Eternal Fall, Sol ve Francisco Porsel tarafından kurulmuş gothic, new wave grubudur.
Veil Of Light "M" isimli Zürichli bir müzisyenin darkwave, goth wave çalışmasıdır. Dead Can Dance, The Cure, The Jesus And Mary Chain ve Death In June gibi gruplardan etkilenmiş. İki albümü bulunan Veil Of Light'ın "Ξ" albümünden "Pale Eyes" şarkısı listedeki en sert şarkıdır diyebilirim.
Bu yılın başında Salon'da Lebanon Hanover ve She Past Away ile birlikte konser veren Atinalı Selofan üç yılda dört stüdyo albümü yayımladı. Darkwave müziğin önemli isimleri arasında yer alan grup She Past Away ile birlikte ortak çalışmalar da yapıyor.
Kievli Oksana Zmorovytch'in solo projesi Blablarism shoegaze, goth ve witch semalarında gezen, az bilinen ama iyi işler çıkaran bir gruptur. Tek albümü "Agnostodynis" üç yıl önce Fabrika Records tarafından çıktı.
Almanyalı gothic / darkwave ikilisi Lebanon Hanover modern zamanın gothic-romantic müziğinin kilometre taşlarından biridir hiç kuşkusuz. İki gitar ve bir synthesizer ile neler yapılabileceğini yayımladığı üç albümde bize gösterdi. Bu şarkı son albüm "Besides The Abyss"ten.
Ve kapanış konuşması. Günümüz goth / darkwave müziğinin Lebanon Hanover ile birlikte en önemli temsilcisi olan She Past Away'in bu topraklardan çıkmış olması bizim adımıza gurur verici bir şey. She Past Away'in son albümü "Narin Yalnızlık"tan Kesmeşeker cover'ı "Gerçekten Özleyince" parçasını listenin son şarkısı olarak belirleyip yazıyı burada noktalıyorum.
Hayvan özgürlüğünün en büyük savunucularından olan Morrissey, "Meat is Murder" albümüyle türcü faşizme olan tepkisini sert bir şekilde dile getirmişti. Ben de bu gecenin manidar şarkısı olarak "Barbarism Begins At Home"u seçiyorum.
11 Şubat 1985 çıkışlı ikinci stüdyo albümü "Meat is Murder"ı yayımlayan The Smiths, klasik Smiths romantizmini Andy Rourke'un muhteşem ritmik baslarıyla, Johnny Marr'ın funk gitarıyla birleştirerek dahiyane bir calışmaya imza atmıştı. Ancak bu albümü diğer albümlerden farklı bir noktaya taşıyan etken Morrisey'in etik/politik duruşuydu. Et yemenin insan özünde olmadığını, aile tarafından öğretildiğini, et yemenin bir barbarlık olduğunu ve evde başladığını söylüyor. "Meat is Murder" yalnızca politik anlamda değil, müzikal anlamda da "masterpiece" kategorisinde değerlendirilecek bir albümdür. Emile de Antonio'ya ait olan bu albüm kapak resmi Vietnam Savaşı'nda çekilmiş. Askerin kaskında ise aslında "Make war, not love" yazısı yazıyordu.
"Barbarism Begins At Home" üstüne söylenecek çok bir şey bırakmayan güzellikte bir The Smiths harikasıdır. Malum günde paylaşılan manidar şarkılardan bence en iyi nokta atışı göndermedir. Bu gecenin şarkısı kesinlikle bir başkası olamazdı.
Haftalık keşif sahnemizin bu haftaki adresi Rusya. Shoegaze, post-punk ve synth öğeleri lo-fi tekniğiyle başarılı bir şekilde bir araya getiren Astrocowboys sandığınız gibi değil.
Eleştire eleştire yerin dibine soktuğumuz modern müzik o kadar da kötü olmasa gerek. Teknolojinin analog kültürü öldürdüğü doğrudur fakat yaratıcılığı öldürdüğünü sanmıyorum. Yaratıcılık sanatın her dalında olduğu gibi müzikte de farklı bir boyuta taşındı. Bana kalırsa ben yine analog dönemi tercih ederdim fakat günümüz adına karamsar olmamak gerekiyor. XX. yüzyılın tüm trendleri, sanat ve moda akımları, kültürel birikimi ve zenginliği hâlâ üstünlüğünü koruyor ve yeni çıkan her şeyi etkilemeye ve onlara esin kaynağı olmaya devam ediyor, edecek de. Müzik de tıpkı bilim ve felsefe gibi kümülatif ilerleyen, üstüne bir şeyler katarak yeni tatlar yaratan bir sanattır. Astrocowboys olayı tam da bu noktadan yakalamış. Geçmişin tüm güzel retro tatlarını bir arada toplayıp düşük kayıt yöntemiyle müzik dünyasında pek az rastladığımız öznel bir tarz yaratmış. Astrocowboys dinlerken Joy Division ritimlerini, New Order synth'lerini, My Bloody Valentine reverb'lerini ve Skywave vokalini aynı anda hissedebilirsiniz.
St. Petersburglu Astrocowboys hakkında çok az bilgi var maalesef. Hatta bu tavşan maskeli dostumuz ismini bile paylaşmaktan alıkoymuş kendini. 2010 yılında başladığı müzik kariyerine demo kayıtların yanı sıra bir de uzunçalar albüm sığdırmış, ancak 2014'te bu tatlı projesiyi feshetmiş.
2011'de temmuz ayı sonunda ilk demo kayıtlarını elektronik ortamda paylaştıktan sonra Moskova ve St. Petersburg'da birtakım konserler vermiş, eylül ayında Crystal Castles'ın "Crimewave" şarkısını kendine has tekniğiyle yorumlamış, kasım ayında ise başarılı bir shoegaze çalışması olan "Girl With Preferences" isimli ilk single şarkısını yayımladı. Ertesi yıl 22 Kasım'da "Olympic" adını verdiği debut albümünü Bandcamp üzerinden yayımladı. 2014'e gelindiğinde mayıs ayında üç demo kayıt yayımladıktan sonra birtakım kişisel problemlerden dolayı dağılma kararı aldı.
Ardında pek bi' güzel şarkılar bırakan Astrocowboys'tan dört şarkıyı sizler için seçiyorum. Önce "Call The Police" ile başlamak istiyorum. Çünkü sözleri erken dönem 90'ların bohem havasını anımsatırken ritimleriyle ve synth'leriyle 80'lerin diskolarına götürebiliyor sizi.
"Daniel" yine "Call The Police" gibi çok güzel sözleri olan, hüzünlü ama aynı zamanda sizi dansa davet eden ritmiyle pek bir hoş şarkı. "Oh, Daniel I'm sorry to tell that no one will love you forever"...
"We Give Blood" 80'leri yad eden, retro düşleri lo-fi kalitesiyle notalara aktaran Astrocowboys'un kendini en iyi ifade ettiği şarkılardan biridir.
"Girl With Preferences" ise benim en sevdiğim şarkısıdır. My Bloody Valentine'ın bol feedback'li tatlı noise gitarıyla, 80'lerin synthesizer'ının chill sound'larını bir araya getirip kendi bohem sesini de delay yaparak ortaya harika bir şarkı çıkarmış.
"Beautiful noise" kuşağının efsanevi ismi The Jesus And Mary Chain önümüzdeki yıl yeni bir albüme kapıyı araladı.
Shoegaze ve post-punk müziğinin romantik gençleri Jim & William Reid kardeşlerin yarattığı The Jesus And Mary Chain efsanesi 18 yıl sonra yeni bir albümün sinyalini verdi. Son olarak 98'de yayımladıkları "Munki" albümünden sonra dağılan grup 2007 yılında yeniden birleşme kararı aldı. Birçok turneye katılan JAMC, The Scottish Sun'da yer alan habere göre önümüzdeki yıl muhtemelen yeni bir albüm yayımlayacak.
Cocteau Twins, This Mortal Coil, Massive Attack, Yann Tiersen, LOTR ve daha birçok projede onun ismi var. Dream pop, shoegaze, post-punk, gothic, ethereal wave, trip-hop… Sesinin uzanmadığı janr yok neredeyse. Elizabeth Fraser nereye dokunsa çiçekler açıyor.
29 Ağustos 1963’te İskoçya’da doğan ethereal ve soprano vokalin hiç şüphesiz en iyisi olan Elizabeth, aynı zaman Liz Fraser olarak da biliniyor. Yazdığı ucu açık, soyut şarkı sözlerini İskoç aksanıyla ve en çok da nevi şahsına münhasır bir vokal kullanarak anlaması ve yeniden yorumlanması çok zor bir tarzla dile getirmiş.
Punk ve gothic müziğin Britanya'yı kasıp kavurduğu bir dönemde herkes İngiltere'nin, bilhassa sanayi kenti Manchester'ın kenar mahallelerinde dallanıp budaklanan öfkeli ve karanlık müzik gruplarını konuşurken İskoçya'da da bir hareketlilik söz konusuydu hiç kuşkusuz. Bir yanda Sex Pistols, Ramones gibi anarcho-punk akımından beslenen popüler kültür karşıtı avangart gruplar, bir yanda David Bowie, Siouxsie Sioux'dan etkilenen gothic gruplar, diğer yanda The Stooges, The Velvet Underground'dan etkilenen nispeten daha duygusal ve independent gruplar Britanya müziğinin mihenk taşlarını oluşturuyordu. Çünkü her jenerasyon kendinden sonraki jenerasyonları yoğun bir şekilde etkiliyor, besliyor ve zenginleştiriyordu. Özellikle David Bowie, The Velvet Underground, Siouxsie Sioux ve The Stooges bu yeni romantik kuşağın esin kaynağı olmuştu. Böyle bir ortamda plak şirketlerinin de avangart grupları desteklemesi müzikte yeni bir dönemin kapısını aralamıştı.
Cocteau Twins bu kuşağın daha dark safında yer alıyor. 1979'da İskoçya'nın Grangemouth şehrinde vokalde Elizabeth Fraser, gitarda Robin Guthrie ve basta Will Heggie tarafından kurulan grup The Birthday Party, Sex Pistols, Siouxsie And The Banshees ve Kate Bush gibi isimlerden etkilenmişti. Elizabeth (a.k.a Liz) bir disko barda dans ederken Robin ve Will'in dikkatini çeker. Bu kadar iyi dans edebilen bir kadın çok güzel şarkı da söyleyebilir diye düşünmüşlerdi. Liz ile tanışmaları da böyle olmuştu. Aslında daha önceden tanışıyorlardı. Robin Guthrie o diskonun DJ'lerindendi. Bu üçlü bir araya geldikten sonra müzik yapma konusunda hemfikir olurlar Cocteau Twins isminde mutabık kalırlar. Cocteau Twins ismi ise İskoç grup Johnny And The Self Abusers'ın (a.k.a Simple Minds) "The Cocteau Twins" isimli şarkısından geliyordu.
4AD ile birlikte çalışmaya başladıktan sonra stüdyoya giren grup Haziran 1982'de "Garlands" ismini verdiği debut albümüyle müzik dünyasına karanlık bir giriş yaptı. "Garlands" gerçekten de bilinen Cocteau Twins'ten bir hayli uzak, post-punk, goth ve ethereal wave atmosferinde ortaya koyulmuş bir albümdü. Özellikle Will Heggie'nin ürkütücü ritmik basları şarkıların ana hatlarını oluştururken, Robin Guthrie'nin Bauhaus'tan esintili gitar efektleri ile Liz'in titrek ve güçlü soprano vokaliyle birleşince Viktoryen dönemin gothic ürpertisi tadında bir albüm ortaya koyulmuştu.
Ertesi yıl Edinburgh'da yeni bir albüm için stüdyoya giren grup "Head Over Heels" albümünü 31 Ekim'de 4AD etiketiyle yayımlamıştı. Bas gitarist Heggie'nin albüm çalışmasında yer almamış Liz ile Robin beraber çıkarmıştı bu albümü. 10 şarkılık bu ikinci longplay albümde dikkate değer bir değişme var. Heggie'nin gothic bas sound'ları yerine daha ritmik davullar ve sert gitar ön plana çıkmış. Ancak daha da önemlisi Fraser, "Garlands" albümünde kullanmadığı soprano vokalini ilk kez ve güçlü bir şekilde kullanarak albümün en çok öne çıkan, dikkat çeken öğesi olmuştu. Ethereal wave'in en iyi örneklerinden biri olan bu albüm shoegaze müziğini de etkileyen önemli bir adımdır. Cocteau Twins için ise bir geçiş dönemiydi. Aslına bakılırsa Cocteau Twins için "Heaven or Las Vegas" dışında bütün albümler bir geçiş albümüydü. Her yeni albümde bir yenilik arayan grup sürekli sound değiştirerek kendileri için en iyisini arıyordu. "Head Over Heels" albümü dönemin müzik medyası tarafından olumlu eleştiriler ve yüksek notlar almıştı.
4AD şirketine bağlı ethereal grubu This Mortal Coil yeni albüm için Dead Can Dance, Cindytalk ve Cocteau Twins'e davet göndermişti. Bu muhteşem projede Lisa Gerrard, Gordon Sharp, Elizabeth Fraser, Robin Guthrie ve kısa süre sonra Cocteau Twins'e katılacak olan Simon Raymonde da vardı. Londra'da Depeche Mode'un da girdiği Blackwings Studios'ta çalışmalar başladı. Elizabeth Fraser, Tim Buckley'nin efsane "Song to the Siren" şarkısını Robin'in minimalist gitar dokunuşlarıyla seslendirdi. Bu muhteşem yorum Elizabeth Fraser'ın belki de yaptığı en iyi işlerden biriydi.
1 Kasım'da 4AD plakçılık tarafından çıkarılan "Treasure" albümü Cocteau Twins koleksiyonlarının en iyileri arasındadır. Albümün bu kadar başarılı olmasının sırrı kuşkusuz Elizabeth Fraser'ın mitolojik karakterlerden esinlenerek yazdığı şarkı sözleriyle soprano vokalini güçlü bir şekilde öne sürmesinde saklıydı. Farklı dillerden kelimeleri bir araya getirip İskoç aksanıyla telaffuz ederek taklidi ve hatta anlaması neredeyse imkansız bir akışkanlıkla ortaya koyduğu mistik vokal onu eşsiz ve benzersiz bir noktaya taşıyordu. Elizabeth Fraser müzik dergileri tarafından bu yüzden "the voice of God" yakıştırmasını almıştı. Ve artık bu isimle anılmaya başladılar onu.
1986 Cocteau Twins için yine dolu dolu bir yıl olmuştu. Yeni stüdyoda iki deneysel EP'den sonra dördüncü LP albüm için start veren ekip 14 Nisan'da "Victorialand" uzunçalarını yine 4AD imzasıyla çıkarttı. Simon Raymonde'un yer almadığı 9 şarkılık bu albüm Robin Guthrie'nin yoğun ambientlarıyla, akustik gitarıyla ve Liz Fraser son derece hafif bir vokaliyle öne çıkıyor. Liz'in düşsel vokali, Robin'in ambient gitarı Cocteau Twins'i çok farklı bir noktaya taşımıştı. Dream pop'ın "definitive album" özelliğini taşıyan "Victorialand" hafif akustik dokunuşların da olduğu ritimsiz, sade, mütevazı ancak son derece düşsel bir atmosferde yapılmış benzersiz bir albümdür.
1986 sonbaharında ABD'li besteci Harold Budd ile birlikte stüdyoya girildi. Klasik Cocteau Twins tadında fakat Cocteau Twins ismi yerine Harold Budd / Simon Raymonde / Robin Guthrie / Elizabeth Fraser isminde 10 Kasım'da 4AD etiketiyle çıkarılan "The Moon And The Melodies" albümünde Dif Juz'dan Richard Thomas da saksafonuyla yer aldı. Albümün en çok göze çarpan şarkısı şüphesiz ki Liz'in o muhteşem vokaliyle "Sea, Swallow Me" oldu.
İki yıllık bir aranın ardından September Sound'da stüdyoya giren grup üzerinde çalıştığı yeni stüdyo albümünün Amerika baskısı için Capitol Records ile lisans sözleşmesi yaptı. Bu büyük bir anlaşmaydı. Büyük bir maddi getirinin yanında birtakım müzikal kaygıları da yanında getirdi. Özellikle böyle büyük bir plak şirketiyle anlaşma yapmak müzikte çizgi kaymasına neden olabiliyor. Robin Guthrie, Reflex dergisine şu demeci vermişti: "Bir problem yaşayacağımızı sanmıyorum. Ne istiyorsak onu yapmaya devam edeceğiz". "Blue Bell Knoll" 19 Eylül 1988'de yayımlandı. Ancak istenilen sonuç elde edilememişti. Ne müzikal anlamda, ne de beklenen destek anlamında.
September Sound stüdyosunda albüm kayıtlarına başlayan grup Ağustos 1990'da bir video klip ile birlikte yayımladığı "Iceblink Luck" single parçasından sonra 17 Eylül 1990'da hem kendisinin hem de shoegaze tarihinin en iyi albümlerinden birine imza attı. 4AD Records ile çıkardığı altıncı ve son albüm olan "Heaven or Las Vegas" 4AD menajeri Ivo Watts-Russell tarafından plak şirketinin gelmiş geçmiş en iyi albümü olarak değerlendirilmişti. 10 şarkılık bu LP albüm Cocteau Twins'in kendini en iyi dile getirdiği ve en başarılı albümdü. Yalnızca Robin'in ambient gitarı seviye atlamamış, Elizabeth'in de vokali evrimleşip daha yeni ve daha feminen bir zemine oturmuştu. Anneliğin getirdiği hislerle yazdığı şarkı sözleri ve Q Magazine tarafından Kate Bush benzetmesi yapılan bu yeni vokal Cocteau Twins açısından oldukça olumlu karşılanan bir durumdu. Nitekim grup üyelerinin en mutlu olduğu bir dönemde ortaya çıkmış son derece keyifli bir dream pop / shoegaze albümü olmuştu. Şarkı sözleri önceki şarkı sözlerinden tamamen farklıydı. Buna bağlı olarak şarkılardaki soundlar ve ritimler de değişmiş, daha yumuşak, daha romantik bir hava hâkim olmuştu.
Son derece başarılı olan bu albüm maalesef beraberinde talihsiz, hatta trajik bir süreç başlattı. Uyuşturucu problemlerinden kurtulamayan Robin, Liz ile süregelen 13 yıllık ilişkisini kaybetmişti. Duygusal birliktelikleri sona erse de Cocteau Twins'teki birliktelikleri devam etti. Ancak yıllardır birlikte çalıştıkları 4AD plak şirketi ile olan sözleşmeleri Robin'in birtakım problemleri nedeniyle sona ermişti. Kasım 93'te çıkarılan "Blue Bell Knoll" albümü Fontana Records etiketi taşıyordu. Albümün içeriği Liz'in Robin'e olan sistemiyle doluydu.
3 yıl sonra tekrar stüdyoya giren grup sekizinci ve son albümünü 13 Mart'ta Fontana etiketiyle piyasaya sürdü. "Milk and Kisses" isimli bu son albümden kısa bir süre sonra Cocteau Twins kariyerini noktalayıp dağılır. Bu dönem aynı zamanda shoegaze öncülerinin bir bir dağıldığı, independent müziğin sonbahar dönemidir. Slowdive, My Bloody Valentine, Ride, The Jesus And Mary Chain, Galaxie 500… Kimler dağılmadı ki? Ama dağılan grupların ardından yeni gruplar ve solo projeler doğdu. İşte bu dönemde Elizabeth Fraser, 1998’de Massive Attack ile beraber çalışmaya başladı. "Mezzanine" albümünde yer alan o efsane "Teardrop" şarkısına imzasını atmıştı. Bu albümde aynı zamanda "Black Milk" ve "Group Four" parçalarını da seslendirdi.
Ardından 2001 yılında Howard Shore'un orkestrasına katılarak The Lord of the Rings'in üç soundtrack’ini seslendirdi. Birçok grupla, müzisyenle çalışmaya devam etti. 2005’te Yann Tiersen'in "Les Retrouvailles" albümünde de yer aldı. "Kala" ve "Mary" adlı fevkalade iki şarkıyı seslendirdi.
Elizabeth Fraser son olarak 2009 yılında "Moses" adlı bir single yayımladıktan sonra sessizliğe büründü.
Dilerseniz Elizabeth Fraser'ın özel hayatına da kısaca bir göz atalım.
Elizabeth Fraser, Cocteau Twins projesine dahil olduktan bir yıl sonra grubun Robin Guthrie ile bir ilişkiye başladı. Birlikte Cocteau Twins'te harikalar yaratan ikili Will Heggie'nin gruptan ayrılmasıyla "Head Over Heels" isimli LP albümü beraber çıkarmışlardı. Liz & Guthrie ikilisinin bu duygusal birlikteliği tam 13 yıl sürdü. 1989'da Lucy Belle isminde bir kız çocuğu oldu. 3 yıl sonra Cocteau Twins dağılmanın eşiğine geldi. Robin Guthrie çok fazla alkol ve uyuşturucu kullanıyordu. Kendini kaybediyordu ve hiçbir şey üretemiyordu. Tüm bunların üstüne bir de yıllardır birlikte çalıştıkları plak şirketleri 4AD ile yolları ayırdılar. Fraser onu sürekli durdurmak istese de başarılı olamıyordu. 1993 yılında Fontana Records etiketiyle yayımlanan "Four-Calender Cafe" albümündeki "Bluebeard" şarkısının sözlerini onun için yazmıştı: "Are you the right man for me? Are you safe? Are you toxic? Are you my friend?
Yalnızca "Bluebeard" ile kalmadı Robin'e olan sitemi. "Theft, And Wandering Around Lost" şarkısında adeta öfke kusuyordu: "The man is an offender. He took my value. And I give back his shame. And I take back my power. My body is my own. My body is mine alone."
Albüm yayımlandıktan kısa bir süre sonra 13 yıllık Liz & Robin birlikteliği sona erdi. Liz, Robin'in bu sorumsuzluklarına daha fazla tahammül edememişti. Fakat müzik kariyerindeki birliktelikleri hâlâ sürüyordu. Konuyla ilgili olarak Fraser şunu söyledi "Birbirimize çok yakındık fakat daha büyük sorumluluklarımız vardı". Bundan sonra mutsuz bir grup hâline gelen Cocteau Twins'in bu durumu için "çocukçaydı" yorumunu yapmıştı Liz.
Cocteau Twins 1994'te bir konser turuna çıkmıştı ve o dönem Jeff Buckley ile Elizabeth Fraser'ın yolları kesişmişti. Daha önce Jeff'in babası olan Tim Buckley'nin "Song to the Siren" isimli şarkısını This Mortal Coil için seslendiren Fraser, bu karşılaşmadan sonra Jeff'e aşık olur. Kim olmazdı ki zaten? Özellikle birbirlerinin sesine olan hayranlıkları muhteşem bir aşkı doğurmuştu. Liz'in deyimiyle ikisi de birbirlerine deliler gibi aşıktı. Fakat bunu gizli tutuyorlardı. Fraser bunun yayılmasından yana değildi. Çünkü Robin'den henüz yeni ayrılmıştı ve kızı 5 yaşındaydı.
Liz & Jeff ikilisi o rüya gibi seslerini değerlendirmek istiyordu. Ve kısa süre içinde birçok şarkı ürettiler. Şarkıların yalnızca kendilerine özel kalmasını isteseler de dijital ortama bir şekilde sızdı. "All Flowers in Time Bend Towerds the Sun" bunlardan biriydi. Bu durum ikiliyi bir hayli irite etmişti. The Guardian'da yer alan röportajda Fraser şunu söylemişti: -Neden insanlar her şeyi duymak zorunda? -Fakat çok güzeldi. -Ama görüyorsun, daha bitmemişti bile. Artık dinlemek istemiyorum o şarkıyı. Belki hakkında bir daha düşünmeyeceğim bile.
Elizabeth ilişkinin gizliliği üzerinde bu kadar titizlikle dururken Jeff bunun saçma olduğunu söyleyip reddediyordu. Bu durum ilişkinin sonunu getirdi. 1995'te Jeff ve Elizabeth ayrıldılar.
Eylül 1995'te Cocteau Twins yeniden stüdyoya girer ve 9 yıl sonra ilk defa bir EP albüm yayımlar. Fontana Records etiketiyle yayımlanan "Twinlights" isimli bu kısaçalar albümde yer alan "Rilkean Heart" şarkısını onun için yazmıştı. "Rilkean Heart" ismi Alman şair Rainer Maria Rilke'den geliyordu. Rilke, Jeff Buckley'nin en sevdiği şairdi. Lirik/romantik şiirin en önemli temsilcilerinden olan Rilke'nin kalbine sahip olduğunu belirtiyordu.Elizabeth Fraser "Rilkean Heart" şarkısını eski sevgilisi Robin Guthrie ile birlikte yazmıştı. Ne acı!
Ayrılıktan 2 yıl sonra albüm çalışmaları için Jeff Buckley Memphis'e gitti. 29 Mayıs 1997'de Mississippi nehri kıyısında Led Zeppelin'in "Whole Lotta Love" şarkısını söyledikten sonra kıyafetleriyle birlikte nehre girdi. 4 Haziran günü cansız bedeni kıyıya vurdu.
Bu trajik olayın ardından Massive Attack ile birlikte "Mezzanine" albümü üzerinde çalışan Fraser, o muhteşem "Teardrop" şarkısını Jeff Buckley için yazmıştı.
BBC'nin Jeff Buckley için hazırladığı belgeselde konuşan Liz "Twinlights EP albümü o adam hakkındaydı. Son vedaydı ona. Ona çok ihtiyacım vardı ama o hep kaçtı." demişti. "Henüz tanışmadan beni etkilemişti. Onun gibi olmak istiyordum. Bu utanç verici ama gerçek. Ona yalnızca aşık olmadım. O çok güzeldi." Sözlerde Jeff'e olan hayranlığını, aşkını, sitemini, özlemini ve çaresizliğini dile getiriyordu. Fraser'ın "Tanrı'nın sesi" diye adlandırılan o muhteşem soprano vokali şarkıyı öyle bir hâle getirmiş ki, inanıyorum ki şarkının bu öyküsünü bilmeyen Cocteu Twins hayranları "Rilkean Heart"ı tekrar dinlediklerinde çok daha farklı şeyler hissedecektir.
Post-punk efsanesi Joy Division'ın yaratıcısı Ian Kevin Curtis 60 yıl önce bugün hayata gözlerini açtı. Yalnızca 3 yıllık müzik kariyerine dünyaları sığdıran Curtis'in müzik macerasını ele alıyoruz.
15 Temmuz 1956'da Stretford'da dünyaya gelen Ian Curtis Macclesfield'da büyüdü. Okulu bırakıp sanat ve müzikle ilgilenen Curtis sağda solda çalışarak para kazanıyordu. 23 Ağustos 1975'te henüz 19 yaşındayken 18 yaşındaki okul arkadaşı Deborah Woodruff ile evlendi. 4 yıl sonra Natalie adında bir kız çocuğu oldu.
1976'da Sex Pistols konserinde söylenen "Pop müzisyeni olma hayallerini yok et, tanrının bir çeşit ibadetiymiş gibi bir müzisyen ol" sözleri Joy Division'ın temellerini atmıştı. Nitekim grubun kurucu üyelerinden Bernard Sumner ve Peter Hook ertesi gün ellerindeki parayla gitar almışlardır. Ayrıca Curtis o konser sırasında bu ikiliyle tanışır. Onlar da bir müzik grubu kurma planları yapıyorlar ve hem vokalist hem de söz yazarı arıyorlardı. Ian Curtis bu iş için en uygun kişiydi. Stephen Morris'in de davula geçmesiyle Warsaw ismini verdikleri bir grup kurdular. Warsaw ismi David Bowie'nin bir şarkısından esinlenerek koyulmuştu. Fakat Warsaw Pakt isimli bir başka grubun varlığı nedeniyle grubun ismi Joy Division olarak değiştirildi. Joy Division Nazi kamplarında hapsedilen seks kölelerinin bulunduğu bölüme verilen isimdi. Keza çıkardıkları ilk EP albüm "An Ideal For Living" Nazizim karşıtı bir konsepte sahipti.
Joy Division, Factory Records ile anlaştıktan sonra 1-17 Nisan arasında stüdyoda ilk albüm kayıtlarına başlamış, 15 Haziran 1979'da debut LP albümü "Unknown Pleasures"ü yayımladı. Factory Records daha önce yayımlanmış single parça "Transmission" dahil hiçbir single parça yayımlamadı albümün çıkışına dek.
Albüm dönemin tüm müzik degileri tarafından "masterpiece" olarak kabul edilmiş ve tam not almıştı. Rolling Stones "goth'un kıyısında bir punk, disko ve Doors'un yankıları" olarak nitelendirmişti albümü.
Albümün kapak resmi Cambridge Astrnomi Ansiklopedisi'nden uyarlanmıştı. Aynı yıl Mayıs ayında gösterime giren "Alien"isimli bilim kurgu / korku filminin bir sahnesinde Unknown Pleasures albümünün kapak resminin tıpatıp aynısı görülmüştü. Kapak fotoğrafı Joy Division ile adeta bütünleşmiştir.
Şarkı sözlerindeki karanlık ve depresif tema Ian Curtis'in halet-i ruhiyesinin dışa vurumuydu. Ayrıca kendine özgü sahne dansı figürleri ve epilepsi nöbetleri onu bambaşka bir noktaya taşımıştı.
Ertesi yıl 18-30 Mart tarihleri arasında Londra'da yeniden stüdyoya giren grup 18 Temmuz 1980 tarihinde ikinci ve son longplay albüm "Closer"ı Factroy Records etiketiyle ve Martin Hannett prodüksiyonluğuyla piyasaya sürdü. Albüm tüm müzik otoriteleri tarafından kusursuz bir şekilde tam not aldı.
Yine karanlık sözler, yine karanlık riffler, ürkütücü ritimler ve Curtis'in Frankenstein'ı andıran vokali ve ek olarak mistik synthler "Closer"ın ana hatlarını oluşturmuştu.
Ağır depresyon ve epilepsi nöbetleri geçiren Ian Curtis 2 Mayıs 1980'de Birmingham Üniversitesi'nde High Hall'da son konserini verdikten sonra 17 Mayıs'ta Macclesfield'daki evinin mutfağında kendini asarak hayatına son verdi. Ölmeden önce Werner Herzog'un Stroszek ismili filmini izlemiş, Iggy Pop'un The Idiot şarkısını dinlemişti.
David Bowie "All The Young Dudes" şarkısında 25 yaşındaki herkesin intihar etmesi gerektiğini söylerdi. Ancak David Bowie bunu söylerken 30 yaşındaydı. Ian Curtis bunun üzeine David Bowie'nin aşağılık bir yalancı olduğunu düşünüyordu ve kendisi 24 yaşında intihar ederek ona adeta bir cevap vermişti. Çünkü ona göre intihar edeceğini söyleyen biri intihar etmeliydi. Ian Curtis aynı zamanda büyük bir David Bowie hayranıydı.
Macclesfiel'daki mezarında "Love Will Tear Us Apart" yazıyordu.
Ian Curtis'in ölümünden sonra Joy Division üyeleri New Order'ı kurdu. Yönetmen Sean Harris "24 Hour Party People" isimli filminde Curtis'i sahneledi. Yine 2007 yılında Anton Corbjin'in yönetmenliğini yaptığı "Control" filmi Ian Curtis'in hayatını anlatıyordu.
Ian Curtis yazdığı sözleriyle, sahne duruşuyla, dans figürleriyle, felsefesiyle, müziğiyle, vokaliyle kendi dönemindeki ve kendinden sonraki jenerasyonu derinden etkilemiş, birçok farklı müzik türünün ve gruplarının ilham kaynağı olmuş, bir sub-culture yaratmıştı.
İyi ki doğdun Ian Curtis! Asla ölmedin, bugün 60 yaşındasın.
New Yorklu post-punk efsanesi Swans 17 Haziran'da yayınlayacağı yeni albüm "The Glowing Man"den ikinci bir single şarkı paylaştı.
Daha önce Cloud of Unknowing adlı albümün ilk şarkısını canlı performans haliyle yayımlayan grup şimdi de When Will I Return adlı bol akustik öğeli deneysel bir şarkıyla karşımızda.
İngiliz müziğinin en önemli isimlerinden, The Smiths'in kurucusu, post-punk'ın ve 80'lerin romantik müzisyeni Steven Patrick Morrissey'in bugün doğum günü. Mutlu yıllar!
22 Mayıs 1959'de Machester'da dünyaya gelen ve aslen İrlandalı olan Morrissey, The Smiths’ten önce Nosebleeds’te vokal yapıyordu. Daha sonra dönemin meşhur punk gruplarından Slaughter And The Dogs’a transfer olup onlarla dört şarkı kaydetse de bu birliktelik çok uzun sürmemiştir. Profesyonel müzik kariyerine ise 1982'de John Marr ile birlikte İngiltere'nin havalı post-punk gruplarına tepki olarak sade bir isimle The Smiths'i kurarak başlar.
Dönemin popüler enstrümanları synthesizer gibi electronic aletlerden uzak, sade gitar, bass, davul ve soft bir vokalle kendi jenerasyonuna ve popülariteye karşı bir tavır sergilemiş. Şarkı sözleri her zaman Morrissey öncülüğünde yazılmış; bu utangaç, kırılgan ve mizantropik sözlerde bazen itiraflar, bazen eleştiriler ve bazen de sisteme giydirmeler oluyordu.
Maalesef çok uzun sürmeyen The Smiths projesi ikili tatsızlıklar nedeniyle yalnızca beş yıl varlık gösterebilmiş; ancak bu beş yıl içinde dört mükemmel albüm yayınlayarak dünyanın en önemli müzik gruplarından biri olmayı başardılar. The Smiths (1984), Meat is Murder (1985), The Queen is Dead (1986), Strangeways, Here We Come (1987) adlı dört uzunçalardan sonra 1987'de grup dağıldı.
Daha sonra Morrissey kendi solo projesine başladı. 1988'den günümüze dek tam 10 albüm yayınlayan Morrissey 2014'te kanser olduğunu açıkladı. Son olarak iki ay önce yönetmen Mark Gill tarafından "Steven" adlı bir belgeseli çekileceği haberi duyuruldu. Belgeselin çekimleri devam ediyor. Filmde Morrissey rolünde Jack Lowden oynayacak.