Alcest yeni albümü "Kodama"yı bugün hem fiziksel hem de elektronik ortamda yayımladı.
Fransız blackgaze grubu Alcest'nin beklenen albümü "Kodama" bugün piyasaya sürüldü. Neige'nin geriye dönüş olarak tanımladığı bu yepyeni dördüncü stüdyo albüm grubun Bandcamp hesabından ve Spotify'dan yayına girdi. Yoğun shoegaze ve ambient etkisindeki bir önceki albümü "Shelter" ile kıyasla daha sert bir sound ve scream vokal ile karşımıza çıkan Alcest eski post-black, blackgaze çizgisine geri döndü.
Space rock / dream pop sahnesinin en önemli ismi Spiritualized gelecek yıl 20. yılını kutlayacak "Ladies And Gentlemen We're Floating In Space" albümü hatrına yeni albüm yayımlayacak.
Efsanevi grup Spacemen 3'nin dağılmasından sonra Jason Pierce tarafından kurulan Spiritualized 1997 yılında çıkardığı unutulmaz albümü "Ladies And Gentlemen We're Floating In Space" için 7 Kasım'da Londra'da büyük bir orkestrayla konser verecek. Facebook hesabından yaptığı duyuruda daha sonra albüm çalışmaları için stüdyoya girip gelecek yıl "Ladies And Gentlemen We're Floating In Space"in çıkış tarihi 16 Haziran'da 20. yıl dönümü anısına yeni albümünü yayımlayacağını belirtti.
San Fransiscolu Scott Hansen'in ambient chillwave projesi Tycho sessiz sedasız yeni bir albüm yayımladı. Albüm Spotify'da.
2014 yılında yayımladığı "Awake" albümünden sonra beşinci stüdyo albümü "Epoch"u da çıkaran Ghostly International etiketi taşıyan yeni albümünü stream ortamlarda dinleyicilerine tanıttı.
Aylık rutinini bozmayan Danimarkalı indie rock ikilisi eylül ayı şarkısını bir video klip ile birlikte paylaştı: "This Is Where It Ends".
"Anti-album" mottosuyla bu yıl her ay taptaze şarkılarla alışılmışın dışında işler yapan Sune & Sharin ikilisi yılın sekizinci şarkısını da paylaştı. Barok pop tadında nefis bir çalışma olan bu güzel şarkıyı sözlerinin de bulunduğu klibiyle birlikte buradan izleyebilirsiniz:
Haziran ayında son albümü "A Moon Shaped Pool" ile sahneye geri dönen Radiohead, son albümünden bossa nova tadında eksik bir şarkı paylaştı: "Ill Wind".
5 yıl aradan sonra yepyeni ve başarılı bir albümle hayranlarına yeniden merhaba diyen Radiohead 11 şarkılık "A Moon Shaped Pool"dan B yüzü niteliğinde bir şarkı paylaştı. "Ill Wind" isimli bu eksik parça album plağının ikinci basımında bir CD ile yer alacak. Fakat "Ill Wind" yalnız değil, bir şarkı daha var. Geçtiğimiz yıl kasım ayında yayımlanan "Spectre" şarkısı da deluxe albümde yer alacak.
Bossa nova tadında son derece hoş bir şarkı olan "Ill Wind" Thom Yorke'un dream vokale yakın bir performansıyla da apayrı bir güzelliğe sahip olmuş. Ayrıca naif synth dokunuşlar şarkıya tatlı, hüzünlü bir hava katmış. Benim yorumum, "A Moon Shaped Pool"daki tüm şarkılardan daha güzel bu şarkı. Buradan dinleyebilirsiniz:
Not: Telif haklarından dolayı bağlantı silinebilir. Yenilemeye çalışacağım sık sık.
Müjde! Shoegaze efsanesi The Jesus And Mary Chain bir yıldır üzerinde çalıştığı yeni albümünü tamamladı. Albüm 2017'de yayımlanacak.
80'lerin romantik, sert, gürültülü topluluğu İskoçyalı The Jesus And Mary Chain geçen yıl ekim ayında The Guardian'da yer alan haberde yeni albüm çalışmalarına başladığını söylemişti. Geçtiğimiz gün The Jesus And Mary Chain'i piyasaya tanıtan Creation Records'un patronu Alan McGeeInstagram hesabından paylaştığı fotoğrafın altına yeni albümün tamamlandığını, muhteşem bir albüm olduğunu ve gelecek yıl yayımlanacağını söyledi. The Jesus And Mary Chain son olarak 1998'de "Munki" isimli bir longplay albüm çıkardıktan sonra müzikal kariyerine son vermiş, 2007'de yeniden bir araya gelmişti.
İngiliz post-rock grubu I Like Trains (iLiKETRAiNS) kendi belgesel filmi "A Divorce Before Marriage" için stüdyoya girdi. İlk şarkı "Bethesda".
Post-rock müziğin İngiltereli temsilcisi I Like Trains dört yıl sonra 12 yıllık müzikal kariyerini ve grup üyelerinin kişisel hayatlarını konu alan "A Divorce Before Marriage" filminin soundtrack'leri için bir albüm hazırlıyor. Klasik iLiKETRAiNS tadında ilk şarkı grubun Bandcamp hesabından geldi.
Yeni şarkıya ve belgesel filmin trailer'ına aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.
İsveçli post-rock grubu EF yeni split albüm yayımladı. Tiny Fingers ile ortak hazırlanan albümde 3 yeni EF şarkısı ve bir video klip bulunuyor.
Gothenbug çıkışlı nordik post-rock temsilcisi EF, Tiny Fingers ortaklığında bir split albüm hazırladı. Pelagic Records etiketi taşıyan bu yeni albüm 2013 yılında yayımlanan "Cerenomies" albümden sonra EF'in ilk stüdyo çalışması oldu. "Hiraeth", "Sju" ve "11 Shots And A Sudden Death" isimli üç yeni şarkı yayımlayan EF, "Hiraeth" şarkısı için yönetmenlik koltuğunda Eric Ivar Persson'un oturduğu bir video klip hazırladı.
"Hiraeth" klibini buradan izleyebilir, albümün tamamını ise aşağıdaki bağlantılardan dinleyebilirsiniz.
New wave efsanesi New Order geçtiğimiz yıl çıkardığı son albümünden "People On The High Line" şarkısına video klip çekti.
Geçtiğimiz yıl "Music Complete" adını verdiği onuncu stüdyo albümünü yayımlayan 80'ler efsanesi New Order, Elly Jackson'ın eşlik ettiği "People On The High Line" şarkısına yönetmenliğini Grace Lambert ve Jackson Ducasse'nin yaptığı bir video klip hazırladı. YouTube kanalından yayımlanan klipte break dansçı Hakim Saber ve Stella McGovan yer alıyor.
Post-rock müziğin melankolik yüzü Mono dokuzuncu stüdyo albümünün video prömiyerini YouTube kanalından yaptı.
Post-rock'ın başarılı temsilcisi Japonyalı Mono iki yıl önce yayımladığı "Rays Of Darkness" albümünden sonra şimdi "Requiem For Hell" albümünü yayımlamaya hazırlanıyor. Temporary Records etiketi taşıyan yeni albüm 14 Ekim'de piyasaya sürülecek. Albümün ilk single parçası "Ely's Heartbeat" Bandcamp ve Soundcloud üzerinden paylaşılmıştı. Albümle aynı ismi taşıyan ikinci single şarkı ise yönetmenliğini Harri Haataja'nın yaptığı bir video klip ile YouTube üzerinden paylaşıldı.
Gayet başarılı bulduğum bu karanlık video klibin yanı sıra biraz da şarkıdan söz etmek gerekirse klasik Mono'nun sert sound'una sert davullar ve sert gitar riffleri eklenerek post-black metal'e göz kırptığını kolaylıkla söyleyebilirim. "Ely's Heartbeat" şarkısı bildiğimiz Mono hüznünü taşırken bu şarkıda bir agresyon ve yıkım ön plana çıkıyor. Belli ki Mono, kışa yakışır bir albümle kapımızı çalacak yine.
"Requiem For Hell" klibini buradan izleyenilirsiniz:
Erken dönem 90'ların noise ve shoegaze müziğinden etkilenen yepyeni yerli grubumuz Housing Crash ilk şarkısını Trip'te kaydettiği bir video kliple yayımladı.
İstanbul'da noise semalarında yola koyulan "Housing Crash" isimli yerli bir grup sessiz sedasız ilk şarkısını bir video klip ile YouTube'da tanıttı. Davulda Murat Yakupoğlu, gitarda Paul Osterlund ve Todd Gibson, bas gitarda ve vokalde ise Matt Loftin yer alıyor. "Bunun neresi yerli?" diye soracak olursanız, grup üyeleri daha önce Foton Kuşağı, Kutu, In Hoodies ve The Young Shaven gibi isimlerle çalışmıştı; ki baterist Murat Yakuoğlu hâlâ In Hoodies'te çalıyor.
Geç dönem 80'ler ve erken dönem 90'lar Britanyasında ortalığı kasıp kavuran "beautiful noise" kuşağı bu kısa dönemlik fırtınadan sonra britpop'ın piyasaya girişiyle yaprak dökümü gibi birer birer dağıldılar. Ancak ardından çok güçlü bir etki bıraktılar. Hiç kuşkusuz müziğe olan katkıları ve getirdikleri yenilikler alternative rock müziğinde bir dönüm noktasıydı. Bu kadar sağlam temellere dayanan bir müziğin yeniden doğuşuna tanıklık etmekteyiz. Gürültünün en güzel hali olan noise müzik Ride, My Bloody Valentine, The Jesus And Mary Chain ve Sonic Youth ile anatomisi çizilmişti. Bugün müzik dünyasını virüs gibi ele geçiren electronic müziğe inat yeniden sahneye inen "beautiful noise" kuşağının kilometre taşları My Bloody Valentine, Ride, Slowdive, Lush ve The Jesus And Mary Chain ve onların arkasından yürüyen underground gruplar sahneyi onlara kaptırmamakta kararlı.
Housing Crash'in müzikal yolcuğunu grubun Bandcamphesabında kendilerine verdikleri "noise pop" ve "shoegaze" etiketiyle öngörebiliriz. Fakat bu debut single şarkının tam anlamıyla bir noise pop ya da shoegaze olduğunu söylemek çok güç. Progressive rock belki daha uygun olabilirdi. Gitarda daha fazla noise, reverb ve feedback kullanılmasını, sözlerin daha soyut olmasını ve vokalin kararlı ancak daha durgun olmasını umut ediyorum. Üstelik gürültüye güzellik katacak bir female yüz görmek daha naif olurdu. Hoş, bu haliyle de Catherine Wheel'in geç dönem kayıtlarına biraz benzetmiş olsam da "I Love Gasoline" tadında bir şarkı için beklemekten yanayım.
Housing Crash umut vadeden henüz çok yeni bir yerli grubumuz olarak sizden desteklerini bekliyor. Bu topraklara çok yabancı olan noise müziğin yeni yeni yeşermesi benim gibi shoegaze, indie, noise ve avangard müzik dinleyicileri tarafından mutlulukla karşılanacağına inanıyorum.
İlk kaydını Kadıköy'de Trip'te yapan Housing Crash 1 Ekim'de 23:00'da Peyote'de Tight Aggressive'in düzenlediği yıldönümü partisinde sahne alacak. Grubun bir sonraki konseri 18 Kasım'da Karga'da. Takipteyiz!
Viktoryen dönemin gothic-romantic atmosferiyle Ortaçağ'ın gregoryen atmosferini etheral wave müzikle buluşturan Lisa Gerrard ve Brendan Perry ikilisinin oluşturduğu Dead Can Dance'i bu gecenin fon müziği olarak seçiyorum.
80'lerin en karanlık gruplarından biri olan Avustralya çıkışlı Dead Can Dance gothic müziğin yeni yeni yeşerdiği Britanya'da Cocteau Twins ile birlikte wave müziğe yepyeni bir soluk katmıştı. Lisa Gerrard'ın Ortaçağ'a uzanan ağıtsal soprano vokali Brendan Perry'nin karanlık sound'larıyla bir araya gelince müzik tarihinde yepyeni bir perde açıldı. Aslında perdeyi Cocteau Twins "Head Over Heels" albümüyle açmıştı ancak Dead Can Dance'i ayrı bir noktaya koymak gerekiyor. Çünkü yalnızca ethereal wave değildi, bir ayağı da neoclassic darkwave'deydi. Ethereal wave olarak isimlendirilen bu yürek parçalayan müzik janrı gothic, darkwave, post-punk ve folk müzikten bağımsız değildi. Bir etkileşim içerisinde; ancak kesinlikle apayrı bir noktadaydı.
80'ler avangard ve dark müziğin bel kemiği 4AD Records tarafından desteklenen Dead Can Dance, Cocteau Twins, Dif Juz zaman zaman birlikte de birtakım çalışmalara imza attılar. Özellikle 4AD'nin kurucusu Ivo Watss-Russell'ın supergroup projesi This Mortal Coil muhteşem bir buluşma noktasıydı. Dead Can Dance, 4AD ile adeta bütünleşmişti.
82'de Melbourne'de kurulan Dead Can Dance, aynı yıl mayıs ayında Londra'ya taşınınca kendini bir anda kapkaranlık bir müzik dünyasında buldu. Kuşkusuz Britanya II. Victoria çağını yaşıyordu adeta. 4AD ise bu akımın dinamosuydu. Önce Bauhaus, Clan Of Xymox gibi gothic müziğin kilometre taşlarını müzik dünyasına tanıttıktan sonra Cocteau Twins ile ikinci büyük hamlesini yapmıştı. Dead Can Dance ise 4AD için apayrı bir yer teşkil ediyordu. Müziğinin ulaşmadığı yer kalmamıştı Dead Can Dance'in. Yalnızca dark müzik dinleyicilerinin değil, new age dinleyicilerinin de favori gruplarından biridir. Özellikle 1992 yılında yayımlanan "Baraka" isimli belgesel filmde kullanılan "The Host Of Seraphim" isimli muhteşem şarkıdan sonra Dead Can Dance ismi artık birçok kişinin belleğinde semavi bir yer edinmişti.
Eylül ayının son günlerine geldiğimiz bu soğuk sonbahar gecesini Dead Can Dance'in 1987 çıkışlı "Within The Realm Of A Dying Sun" albümünden "Cantara" şarkısına adıyorum ve sizi biraz oryantalist, biraz gregoryen, biraz da viktoryen nakışların Lisa Gerrard'ın muhteşem vokaliyle bir araya geldiği atmosferle baş başa bırakıyorum. Yaşasın eski çağlar!
Hope Sandoval daha önce duyurduğu yeni şarkısını yayımladı. Kurt Vile ile yaptığı düet 4 Kasım'da çıkacak yeni albümün ilk müjdesi oldu.
Mazzy Star'ın prensesi Hope Sandoval, My Bloody Valentine'dan Colm Ó Cíosóig ile ortak projesi Hope Sandoval & The Warm Inventions 2009'da çıkardığı "Through the Devil Softly" albümünden sonra sessizliğini bozdu. Yeni albümün müjdesi verildi. Daha önce Facebook hesabından tadımlık bir plak dinletisini yaptığı yeni şarkısı "Let Me Get There" şarkısını Soundcloud kanalından yayımladı. "Until The Hunter" 4 Kasım'da Tendril Tales etiketiyle yayımlanacak.
Hope Sandoval harikası yeni şarkıyı buradan dinleyebilir, albümle ilgili ayrıntıları aşağıdan öğrenebilirsiniz.
Until the Hunter:
01 Into the Trees
02 The Peasant
03 A Wonderful Seed
04 Let Me Get There
05 Day Disguise
06 Treasure
07 Salt of the Sea
08 The Hiking Sea
09 Isn’t It True
10 I Took a Sip
11 Liquid Lady
Müzik tarihinin en önemli isimlerinden Nick Cave bugün 59 yaşında. Kariyeri boyunca farklı isimler altında ve farklı isimlerle gözdemiz haline gelen efsanevi sanatçının beş güzel şarkısını doğum gününe özel seçtim.
22 Eylül 1957'de dünyaya gelen Avustralyalı müzisyen Nicholas Edward Cave müzik kariyerine 1973'te The Boys Next Door ile başladı. 5 yıllık bu macerada tek albüm çıkaran grup aynı kadroyla nispeten daha sert bir proje olan The Birthday Party ile yoluna devam etti. The Birthday Party 4 yılda 3 başarılı albüm çıkardıktan sonra dağılma kararı aldı. Nick Cave'in müzik kariyeri günümüze kadar devam eden Nick Cave and the Bad Seeds ile zirve noktasına ulaştı. Post-punk'tan gothic rock'a, rock and roll'dan alternative rock'a çok farklı tatlarda bize karanlığı yaşatan Nick Cave'in başarılarla dolu kariyerinden 5 güzel şarkıyı 59. yaş günü adına seçiyorum.
Önce The Boys Next Door ile başlayalım. Mick Harvey, Tracy Pew, Phill Calvert ve Rowland S. Howard ile birlikte 1973 yılında The Boys Next Door'u kuran Nick Cave müzik kariyerinin ilk albümü olan "Door, Door"u 1979'da yayımladı. Albümden favori şarkım "Shivers".
The Boys Next Door'dan sonra isim değişikliğine giden grup The Birthday Party ile daha sert, daha agresif ve yüksek tansiyonlu şarkılarla karşımıza çıktı bu sefer. 4 yılda birbirinden güzel 3 albüm bırakan grubun çok fazla güzel şarkıları olduğu için seçmekte biraz zorlansam da sonuç olarak 1981 çıkışlı "Prayers on Fire" albümünden Nick Cave'in klibinde delirdiği şarkı "Nick The Stripper"ı tercih ediyorum. Siz yine de "Zoo Music Girl", "The Friend Catcher" ve "Sonny's Burning" şarkılarını mutlaka dinleyin.
Gelelim Nick Cave'in en bilindik projesine. 32 yıldır bıkmadan usanmadan Nick Cave & The Bad Seeds ismiyle 16 albüm çıkaran Nick Cave müziğe ve başarılara doymuyor. Son olarak geçtiğimiz günlerde "Skeleton Tree" isimli son albümü de yayımlayan Nick Cave & The Bad Seeds ara ara farklı isimlerle düet yapmayı ihmal etmiyor. Bu isimlerden biri de grubun en iyi şarkısına eşlik eden Kylie Minogue. Buyurun:
Nick Cave'in 2007'den 2010'a kadarki ara projesi olan Grinderman bu kısacık sürede iki albüm yayımlamayı başarmıştı. Biraz da garage rock, alternative rock semalarında yüzen başarılı sanatçı "No Pussy Blues" isimli edepsiz çalışmayla ön plana çıkıyor. Benim de Grinderman'dan favori şarkımdır.
Bugün yalnızca Nick Cave'in doğum günü değil. Dün 82 yaşına giren ve yeni şarkısı "You Want It Darker" ile kışkırtmaya devam eden efsanevi müzisyen Leonard Cohen'e de buradan saygılarımı iletmek adına o unutulmaz şarkısı "Suzanne" ile seçkiyi noktalıyorum. Bir efsane, bir efsanenin bir efsane şarkısını yorumlarsa ortaya yine efsanevi bir şarkı çıkmaz mı? Öyle güzel çıkar ki. Mutlu yıllar ikinize de! İyi ki varsınız. Müzik sizinle daha bir güzel.
Efsanevi sanatçı Leonard Cohen 82. yaş gününde yeni albümünden ilk şarkıyı yayımladı.
82 yaşındaki yaşlı kurt Cohen üretmeye devam ediyor. 21 Ekim'de yayımlanacak yeni albümü "You Want It Darker" ile aynı ismi taşıyan ilk single şarkı sanatçının doğum gününde YouTube üzerinden paylaşıldı. Yine klasik Cohen vokali ve hafif karanlık ve bir o kadar da kışkırtıcı bir şarkıyla hayranlarına muhteşem bir doğum günü jesti yaptı. Bu güzel jestle birlikte efsanevi sanatçıya mutlu yıllar diliyor, sizi bu harika şarkıyla başbaşa bırakıyorum.
Gothic müziğin majör grubu Bauhaus, Kevin Haskins tarafından kitaplaştırılıyor. Haskins, içerisinde birçok materyalin bulunduğu kitabın ismini efsanevi şarkı "Béla Lugosi's Dead"den esinlenerek "Bauhaus Undead" koydu.
1978'de Northampton'da Peter Murphy, Daniel Ash, Kevin Haskins ve David J. tarafından kurulan Bauhaus 1983'e kadarki müzikal kariyeri boyunca çıkardığı dört albümle gothic müziğin kilometre taşı oldu. David Bowie, Sex Pistol, The Stooges, The Velvet Underground ve Brian Eno gibi isimlerden etkilenen Bauhaus, Daniel Ash'in gitarından rock müziğin karanlık sound'ları ile Peter Murphy'nin vokalinden Viktoryen dönemin romantik atmosferini aynı çatıda buluşturmuştu. Özellikle gothic literatürde ayrı bir yer edinen ünlü Macar oyuncu Béla Lugosi adına çıkardığı "Béla Lugosi's Dead" şarkısı grupla adeta bütünleşmişti. Kevin Haskins şarkıda geçen "Undead, undead" sözlerinden öykülenerek çıkaracağı kitabın ismini "Bauhaus Undead: The Visual History and Legacy of Bauhaus" koydu. Kitapta Bauhaus'un müzikal kariyerinin yanı sıra fotoğraflar, broşürler, afişler el yazması şarkı sözleri ve hatta yapılan sözleşmeler de yer alacak.
Keşif sahnemizin bu haftaki adresi İsveç. Dört tatlı kadının post-rock, indie, dream pop semalarında uçarken kış şarkılarıyla içimizi nasıl ısıttığını bi' görelim istiyorum.
2002 yılında İsveç'in Gothenburg kentinde dört kız arkadaşın (gitarda Victoria Skoglund, davulda Anna Tomlin, çelloda ve klavyede Emelie Molin bas gitarda Rebecka Kristiansson) birlikte kurduğu Audrey, İskandinavya soğuğunu şarkılarla ısıtmak için yola çıktı. Kurulduğu yıl bir dizi konser verdi. 2003'te ilk demo kayıtlarını bitirdi. Kendi elleriyle hazırladıkları 500 baskının tamamını sattılar. Daha sonra bir EP albüm çıkarmak için plak şirketi arayışına girdiler. Almanya'da birtakım konserler veren Audrey, 5 şarkıdan oluşan "Audrey EP" isimli ilk kısaçalar albümü 17 Ağustos'ta yayımladı. Dream pop, ambient ve soft bir female vokale ekledikleri çelloyla son derece huzurlu, naif ve sakin şarkılardan oluşan bu debut EP, Audrey'in müzikal kariyeri açısından çok iyi bir başlangıç oldu. Klasik nordik melodilerin son derece başarılı bir şekilde icra edildiği albümde "Triumphal Arch" ve "We Thought We Were Ghosts, But We Are Feathers" şarkılarının naifliği direkt göze çarpsa da diğer üç şarkı da gayet başarılı olmuştu.
Audrey bu sıcacık kış şarkılarının üstüne bir stüdyo albümü çıkarmak için stüdyoya girdi. 2 yıl sonra 9 Mayıs'ta Tenderversion Records etiketiyle "Visible Forms" isimli debut LP albümünü yayımladı. 9 şarkılık bu albümde gözüme çarpan ilk değişim post-rock'a doğru hafif bir seyrelme olduğu yönündeydi. Her şey aynı güzellikteydi. Yine soft bir vokal, dream pop öğeler ve çello vardı ancak inceden bir sert hava ve agresyon söz konusuydu. Çello daha bir kararlıydı, davullar daha bir ritmik çalıyordu. Ancak EP albüm kadar başarılı olduğunu söyleyemem. Yine de nordik müzik arasında başarılı bir albüme imza atmıştı Audrey.
17 Nisan 2008'de yeni bir albüm daha yayımlayan grup bu kez daha iddialı kayıtlarla karşımızdaydı. İyiden iyiye post-rock'a kanalize olan ama aynı zamanda kendi öznelliğinden de ödün vermeyen Audrey içerisinde birbirinden güzel şarkılar barındıran "The Fierce And The Longing" albümüyle sesini daha fazla duyurdu. Özellikle "Big Ships" en sevilen şarkıları arasında yer aldı. "Carving And Searching", "Horses Are Honest" ve "The Sliver" albümden benim favori parçalarım. Gayet başarılı birer post-rock çalışmaları olan bu şarkılarda kullanılan ritimler ve çellolar Audrey'i diğer post-rock ve nordik gruplardan ayrı bir kefeye koyuyor.
Audrey en iyi şekilde kendini ifade ettiği bu albümden sonra bir dizi konser verip kayıplara karıştı. Resmi internet sitesinde konuyla ilgili bir açıklama yok. Ancak 7 yıllık sessizliğin tek bir açıklaması olabilir, o da grubun dağıldığıdır.
Warpaint 23 Eylül'de çıkacak yeni albümü "Heads Up"tan ikinci single şarkısını paylaştı.
Üçüncü LP albümü için stüdyoya giren Warpaint 1 Ağustos'ta "New Song" teklisiyle yeni albümün müjdesini verip albümden ilk şarkısıyı da paylaşmıştı. Albümün yayımlanmasına 4 gün kala kendi YouTube kanalında "Whiteout" isimli şarkıyı paylaştı. Dream pop'tan giderek indie pop'a ve hatta electronic müziğe doğru seyrelen Warpaint'in yeni yüzüne dair ipuçları veren "Whiteout"u aşağıdaki bağlantıdan dinleyebilirsiniz.
Pazar gecelerini mutsuz şarkılara ayırmaya devam ediyorum. Bir dönemin efsanesi Spacemen 3'nin LSD etkisinde Edgar Allan Poe misali tanrıya olan haykırışını dinleyip kaybolalım bu gece.
Saykedelik müziğin mirasını devralan '70 ve '80 kuşağı garage rock, proto-punk ve space rock grupları shoegaze ve dream pop öncesi son alıştırmalarını yapıyordu. Her ne kadar saykedelik kültürü benimsemeseler de müzikte hatırı sayılır bir etkileşim söz konusuydu. Spacemen 3 ne 60'ların acid rock grubuydu, ne de 80'lerin dream pop grubuydu. Psychedelic öğelerden etkilenen, gökyüzünü düşleyen, minimalizmi benimseyen, melankoliden beslenen bu dünyaya ait olmayan bir gruptu. LSD '60 kuşağının çiçek çocukları için bir eğlence ve ilham kaynağı iken '80 kuşağı için sonsuz bir karanlık ve hüzündü. Bir çesit içe kapanış, varlıktan vazgeçiş, yokoluşu arzulayış, sonsuzlukta kayboluştu. Yıldız tozundan geldik, yıldız tozuna gidiyoruz. İlahi bir söylemle sana inandık, sana sığındık.
Spacemen 3'nin yeri bende çok özel. Hissiyatın müziğidir benim için. Duygular hiç bu kadar güzel dile getirilemezdi. Uyuşturucunun en güzel halidir o. Ayakların yerden kesilişi, düşüncenin uzay boşluğunda savruluşudur. Kim bilir kaç galaksi gezmiş, kaç kara delik görmüştür. Kaç yıldızın ölümüne, kaç yıldızın doğumuna şahit olmuştur. İnsanın kanatsız da uçabildiğinin somut bir kanıtıdır Spacemen 3. Hangi hüzün bu kadar yaralayabilirdi ki bizi? Hangi hüzün çaresizlik içinde sonsuz düşlere haykırışlar arasında sitem edebilirdi?
1982'de İngiltere'de Peter Kember ve Jason Pierce tarafından kurulan Spacemen 3 kendini "Taking Drugs to Make Music to Take Drugs to..." albümüyle özetlemişti. Gerçekten müzik için uyuşturucu, uyuşturucu için müziğin mabediydi Spacemen 3. LSD, MDMA, amfetamin, marijuana, magic mushroom, kokain ve hatta eroin kullanarak sürekli yeni kayıtlar üzerinde çalışıyorlardı. 9 yıllık müzikal kariyerine dört başarılı stüdyo albümü sığdırarak sonraki jenerasyonu olan My Bloody Valentine, Slowdive, Ride, Chapterhouse ve Mogwai gibi shoegaze ve noise grupları derinden etkiledi.
Spacemen 3 projesi 1991 yılında bitirildiğinde Peter Kember, Sonic Boom ve Spectrum; Jason Pierce ise Spiritualized ile harikalar yaratmaya devam etti.
Edgar Allan Poe 1849'da ölmeden önce söylediği son sözü "Lord, help my poor soul"a karşılık tam 140 yıl sonra Spacemen 3 "Lord, can you hear me when I call?" şarkısıyla cevap vererek inanmadıkları tanrıya sesleniyorlardı. Bir tür sitemdi varoluşa.
1989'da yayımlanan "Playing With Fire" albümünden "Lord Can You Hear Me?" şarkısını sonsuz kayboluşlara adıyorum.
Kevin Shields ile birlikte shoegaze müziği yaratan My Bloody Valentine'ın efsanevi solisti Bilinda Butcher'ın 55. yaş gününde müzik kariyerinde bir yolculuk yapalım.
16 Eylül 1961 Londra doğumlu Bilinda Jayne Butcher, Golden Valley'de büyüdü. BBC Radio 1 sunucusu John Peel'in sorusu üzerine ismi Belinda olması gerekirken neden Bilinda olduğunu anlatmıştı. Büyükbabası erkek torunu olsaydı ismini Bill koyacaktı. Ancak kız olunca Bilinda oldu. Orabın çok muhafazakâr bir yer olduğunu söyleyen Bilinda, 1920'li yılların kıyafetlerini giydiği ve gramofondan şarkı dinlediği için kendisine tuhaf tuhaf bakılıyormuş. Toplumdan uzak durarak yaşamaya çalışan Bilinda şunu diyordu "Anneme göre ben bulutlarda yaşıyordum. Asla haberleri izlemiyor, gazete okumuyordum; sanki bir yerde yaşıyormuşum gibi. Herkes punk modasını takip ederdi, bense 20'leri ve 30'ları". 16 yaşında nihayet Londra'ya geri döndü. Trinity Laban Conservatoire of Music And Dance kursuna yazıldı. Fakat dokuz ay sonra sistis hastalığından dolayı ayrılmak zorunda kaldı. Londra'da Fransız bir ailede bir süre dadılık yaptıktan sonra erkek arkadaşıyla birlikte Paris'e gitti. Döndüğünde ise Toby adında bir bebeği vardı. "Orası iyi bir yer değildi oturmak için. Çok fazla eroin vardı ve uyuşturucu batağındaki bir yer bebeğe göre değildi. Toby'nin babası kafayı yemişti LSD kullanmaktan. O aptallıktan kurtulmak için çok uzağa gitmek istedim. Beraber yaşamaktan bıktık, ayrıca o berbat yerde çalışmadan yaşıyordu."
Nisan 1987'de David Conway'in yerine My Bloody Valentine'a katıldı. Joe Byfield ile birlikte vokalde yer aldı. Bunun öncesinde yalnızca klasik gitarla kız arkadaşlarıyla öylesine birkaç şarkı çalıyordu. Yani müzik deneyimi neredeyse hiç yoktu. Bir yandan da bebeğine bakmak zorundaydı. Tüm bu zorluklar içerisinde 1987'de Lazy Records etiketiyle "Strawberry Wine" ve "Ecstasy" EP'lerinde yer aldı. Bu iki EP albüm aynı zamanda My Bloody Valentine'ın gothic rock'tan shoegaze'e geçiş süreciydi. Ertesi yıl Creation Records ile anlaşan grup 8 Ağustos'ta "You Made Me Realise" EP albümü yayımladı. My Bloody Valentine için bir dönüm noktası oldu bu. Artık shoegaze türü son hallerini almaya başlamıştı. Kevin Shields'in üstün gitar yeteneği ve yeni sound arayışları grubu farklı noktalara taşıyordu. Bilinda da ilk kez bu EP albümde öne çıkmaya başladı.
Bu başarılı EP'den sonra 31 Ekim'de "Feed Me With Your Kiss" EP'si yayımlandı. 21 Kasım'da nihayet debut stüdyo albümü "Isn't Anything" çıktı. Bilinda Butcher'ın gruba katılışı grubun seyrini bir hayli değiştirmişti. "Isn't Anything" ise nereye gidileceğinin rotası çizmişti. Noise gitarın, feedback'lerin, reverb'lerin bolca kullanıldığı bu LP albümde dört şarkıyı Bilinda yazmıştı. Albüm o kadar başarılıydı ki, bütün müzik dergileri tarafından tam not aldı. "Isn't Anything" My Bloody Valentine'ı çok önemli yerlere taşırken Kevin Shields'i de "mastermind" seviyesine taşıyordu.
Sonraki yıl şubat ayında stüdyoya giren MBV ara ara maddi sorunlar nedeniyle stüdyo değiştirse de yaklaşık iki buçuk yıl boyunca stüdyodan çıkmadı. Kevin Shields mükemmeliyetçiliğini abartı boyutlarına kadar çıkarmıştı. Gitarı bambaşka yerlere taşımayı planlıyordu. Sürekli yeni pedallarla yeni teknikler yaratıyor, kafasındaki sound'u oluşturmak için durmaksızın çalışıyordu. Bilinda Butcher da söz yazarak vokalini geliştiriyordu. Kevin Shields'in dahiyane gitar sound'larını tamamlayacak olan Bilinda Butcher'ın bohem vokali, soyut sözleri ve ürkek duruşuydu. Ancak maddi imkânsızlıklardan ötürü kayıtlar çok yavaş ilerliyordu. Aylarca, hatta koca bir yıl hiçbir şeye dokunmadan geçmiş. Stüdyoya girdikten bir yıl sonra nisan ayında "Glider" isimli bir EP çıkarıldı. Nispeten MBV'nın neler yaptığına dair bir kanıt niteliğindeydi bu kısaçalar. Özellikle "Soon" şarkısı grubun son halini yansıtıyordu. Video klibiyle birlikte paylaşılan şarkıda BilindaButcher'ın muhteşem performansı Kevin Shields'i bile arka planda bırakmıştı. Sanırım Shields'in istediği biraz da buydu. Bilinda'nın duru güzelliği ve bohem duruşu MBV'nın profilini yansıtıyordu.
Ancak plak şirketi tarafından homurdanmalar başlamıştı bile. Çünkü ne stüdyonun giderleri karşılanıyordu, ne de Shields'in istekleri karşılanıyordu. Uzayan albüm çalışması, ödenmeyen faturalar, stüdyo şirketi tarafından el konulan ekipmanlar, yeni stüdyo arayışları... Creation Records'un patronu Alan McGee, Shields ile tersleşmeye başlamıştı. Tam bu sırada ismini Kevin Shields'in üzerinde çalıştığı gitar tekniğinden alan "Tremolo" EP'si çıkarıldı. "To Here Knows When" ve "Swallow" isimli iki single şarkı video klipleriyle birlikte yayımlandı. Gerçekten olağanüstü güzelliğe sahip bir Kevin Shields harikası kayıtlardı bunlar. Bilinda Butcher bu yeni teknikleri sesinin ve dansının estetikliğiyle güzelliğe güzellikler katmıştı adeta. Müzik otoriteleri tarafından yine tam not alan bu kısaçalar, MBV'nın son virajıydı. Artık her şey yerine oturmuştu. Kevin Shields yarattığı bu yeni sound'ları daha da geliştirme derdindeydi; Bilinda Butcher sözlerini daha da soyutlaştırarak vokalini buğulandırıyordu.
Nihayet 4 Kasım'da tam iki buçuk yıl sonra "Loveless" albümü Creation Records etiketiyle yayımlandı. 250 bin sterline mâl olan bu "masterpiece" albüm Creation Records'u batma eşiğine getirse de şirket tarihinin en başarılı işi olarak kayda geçti. Yalnızca plak şirketinin değil, MBV'nın ve hatta tüm zamanların en başarılı albümlerinden biriydi hiç kuşkusuz. Şarkı sözlerinin tamamı Bilinda ile Kevin tarafından yazıldı. Vokaller ise tamamen Bilinda Butcher'a aitti. Soyutluğun üst boyutu olan bu dahiyane albüm shoegaze. müziğin "definitive album" niteliğini taşıyor. Bilinda Butcher gerek sahne duruşuyla, gerekse duru vokaliyle MBV'nın profilini yansıtıyordu. Seyirciyle minimum göz teması kuran ve neredeyse hiç hareket etmeden yalnızca gitar çalıp şarkı söyleyen ürkek, utangaç bir sahne duruşu o güne kadar görülmüş şey değildi. Shoegaze ismini oradan almıştı zaten. Melody Maker ve NME dergisi bir alay ifadesi olarak "shoegazing" etiketini grupların seyirciyle göz teması kurmadan yalnızca gitar çalıp, sık sık pedallar üzerinde oynarken kafalarını öne eğmelerinden dolayı vermişti. Keza Kevin Shields shoegaze etiketini reddetmişti.
Creation Records'tan ayrıldıktan sonra yeni kayıtlar için çalışan grup işleri bir türlü yoluna koyamadı. 95'te Debbie Googe ve Colm Ó Cíosóig ayrıldıktan sonra 97'de Butcher da ayrıldı ve My Bloody Valentine lağvedildi. Bilinda Butcher bu ayrılıktan sonra Collapsed Lung ve Dinosaur Jr.'la kısa dönem çalıştı. 2007 yılında My Bloody Valentine yeniden birleşme kararı alınca stüdyoda girildi. Geçmişte yayımlanmayan şarkılar ve beat'ler yeni kayıtlarla tamamlandı. Yeni albüm "m b v" My Bloody Valentine'ın kendi imkanlarıyla hiçbir plak şirketine bağlı kalmadan Kevin Shields prodüktörlüğünde 2 Şubat 2013'te yayımlandı.
Bir dönem Kevin ile birlikteliği olan Bilinda Butcher Toby, Davy ve Billy isminde üç çocuğu bulunuyor.
Radiohead'in son albümü "A Moon Shaped Pool"dan "Present Tense" şarkısı Thom Yorke ve Jonny Greenwood'un yer aldığı, yönetmenliğini Paul Thomas Anderson'ın yaptığı bir video klip ile paylaşıldı.
Haziran ayında XL Recordings etiketiyle yayımlanan son Radiohead albümü "A Moon Shaped Pool"un üçüncü video klibi Radiohead'in YouTube kanalı üzerinden paylaşıldı. Thom Yorke ve Jonny Greenwood'un birlite yer aldığı video klibin yönetmenlik koltuğunda daha önce "Daydreaming"i de yöneten Paul Thomas Anderson oturuyor.
"Şeytanın ölümü hayal gücü açısından bir trajedidir, fakat XVII. yüzyıl gotik'inin de kurtuluşudur." (Wallace Stevens)
Erken dönem 80'lerin Britanya ve Almanya'sını kasıp kavuran goth / dark akımı günümüzde yeniden ele alınıp avangart müziğin en önemli halkalarından biri olma özelliğini elinde tutuyor. Geçmişin tüm zengin, deneysel, yaratıcı ve özgün müzik çalışmaları geçerliliğini hiçbir zaman yitirmeyecek. Etkilediği yeni akımlar şöyle dursun, teknolojinin ve elektroniğin gölgesinde kalan bazı değerler inatla yaşatılmaya devam ediyor. XXI. yüzyılda hâlâ Viktoryen dönem ruhunu yaşayan müzisyenler heteredoks değerleri savunan punk kültürle olan etkileşimlerini inkâr etmeden karanlığı daha da karartarak güneşimizi söndürme görevini öncüllerinden devraldılar.
Gotik kültür o kadar zengindi ki kendi içinde alt kültürlerini doğurdu. Aydınlanma'nın öldürdüğü tanrı figürü insanı derin bir mânâ boşluğuna sürükledi. Yalnızca inanılan bir figür değildi, aynı zamanda korkulan da bir figürdü tanrı. Ve elbette tanrının düşmanı şeytanlar, cinler, kötü ruhlar... Gotik düşünce tam da bu dönemde ortaya çıkarak insandaki bu büyük mânâ boşluğunu doldurmaya çalıştı. O, ne metafizik zırvalıkları kabul etti, ne de materyalist duygusuzlukları. Gotik düşünce bir tepkiydi yaratılan bu duygusal yıkıma karşı. Gotik edebiyatın metaforları Karl Marx'ı bir hayli etkilemiş, "zincir", "kan emici", "vampir", "hayalet" gibi bazı kelimeler marksist terminolojiye yerleşmişti. Erken dönem XIX. yüzyıl yalnızca marksist felsefenin değil, Victoria döneminde popüler olan romantik akımla birlikte gelişen gotik edebiyatın da ortalığı kasıp kavurduğu bir dönemdi. XII. yüzyılda Latin sanatına bir tepki olarak doğan gotik sanat XVIII. yüzyılda Aydınlanma'ya karşı bir edebiyat akımı olarak ortaya çıkmış, XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinde soğuk savaş propagandasına karşı sinemada, geç dönem 70'lerde ise popüler kültüre karşı müzik alanında ortaya çıkarak protest ve avangart kimliğini korumuştur. Bugün "gotik" dediğimizde aklımıza gelen ilk üç şey edebiyat, kültür ve müzikse eğer, edebiyatta Edgar Allan Poe, Mary Shelley ve Bram Stoker; kültürde gotik mimari, gotik heykel ve gotik resim; müzikte ise Bauhaus, The Sister Of Mercy ve Siouxsie and the Banshees gelir aklımıza. Yarattıkları yeni romantik, karanlık atmosferin yanı sıra saç stilleriyle, makyajlarıyla, kıyafetleriyle ve sahne duruşlarıyla birer moda ikonları olarak da alt kültürlerini oluşturdular. Wave müzik 90'larda alternatif gruplara yenik düşse de 2000'lerin başında yeniden ortaya çıkmaya başladı; üstelik birçok yeni tarz yaratarak. Bugün goth wave, darkwave, -ve yelpazeyi biraz geniş tutarak- cold wave, industrial ve drone müzik adına yeni şarkılar üreten yeraltında çok fazla müzik grupları ve solo projeleri mevcut. Dilerseniz sözü daha fazla uzatmadan güncel başarılı dark gruplarından küçük bir seçki yapalım.
İlk adresimiz ismini Nietzsche'nin ünlü "güç istenci" felsefesinden alan The Will To Power. James Hofer ve Dylan Hunter tarafından kurulan Kanadalı darkwave projesi hakkında neredeyse hiç bilgi yok. Üç EP'si bulunan The Will To Power "Might" single'ından "Still" isimli şarkıyı açılış konuşması olarak seçiyorum.
Bolognalı Mirko Void'in tek kişilik darkwave projesi Le Ettere di Anna İtalya'nın zengin dark ve synth müzik mirasını koruyan underrated gruplardan biridir.
Nouvelle Phénomène son yıllarda giderek yükselen Fransız gothic-romantic darkwave akımının değerli bir parçasıdır.
Almanyalı Philipp Läufer'in tek kişilik solo projesi olarak başlayan Bleib Modern daha sonra yeni üyelerle sayısını beşe çıkarmış. Shoegaze, post-punk ve cold wave tınılarını karanlık bir vokal ile bir araya getirmiş. İki stüdyo albüme imza atan Bleib Modern'in "Lows" isimli EP albümünden "Forest" parçasını listeye eklemeye değer buluyorum.
15 yıllık müzik kariyerine 10 stüdyo albümü sığdırmayı başaran İspanyalı The Eternal Fall, Sol ve Francisco Porsel tarafından kurulmuş gothic, new wave grubudur.
Veil Of Light "M" isimli Zürichli bir müzisyenin darkwave, goth wave çalışmasıdır. Dead Can Dance, The Cure, The Jesus And Mary Chain ve Death In June gibi gruplardan etkilenmiş. İki albümü bulunan Veil Of Light'ın "Ξ" albümünden "Pale Eyes" şarkısı listedeki en sert şarkıdır diyebilirim.
Bu yılın başında Salon'da Lebanon Hanover ve She Past Away ile birlikte konser veren Atinalı Selofan üç yılda dört stüdyo albümü yayımladı. Darkwave müziğin önemli isimleri arasında yer alan grup She Past Away ile birlikte ortak çalışmalar da yapıyor.
Kievli Oksana Zmorovytch'in solo projesi Blablarism shoegaze, goth ve witch semalarında gezen, az bilinen ama iyi işler çıkaran bir gruptur. Tek albümü "Agnostodynis" üç yıl önce Fabrika Records tarafından çıktı.
Almanyalı gothic / darkwave ikilisi Lebanon Hanover modern zamanın gothic-romantic müziğinin kilometre taşlarından biridir hiç kuşkusuz. İki gitar ve bir synthesizer ile neler yapılabileceğini yayımladığı üç albümde bize gösterdi. Bu şarkı son albüm "Besides The Abyss"ten.
Ve kapanış konuşması. Günümüz goth / darkwave müziğinin Lebanon Hanover ile birlikte en önemli temsilcisi olan She Past Away'in bu topraklardan çıkmış olması bizim adımıza gurur verici bir şey. She Past Away'in son albümü "Narin Yalnızlık"tan Kesmeşeker cover'ı "Gerçekten Özleyince" parçasını listenin son şarkısı olarak belirleyip yazıyı burada noktalıyorum.
Shoegaze müziğin majörlerinden Ride 20 yıl sonra ilk defa çaldığı yeni şarkılarla yeni albümün kapısını araladı.
1990'da yayımladığı "masterpiece" kalitesindeki albümü "Nowhere" ile alternatif rock müziğin en iyi işlerinden birine imza atan Oxfordlu shoegaze grubu Ride 1996'da son albümü "Tarantula"yı yayımladıktan sonra dağılmış, 2014'te yeniden bir araya gelerek ardı kesilmeyen bir turneye çıkmıştı. Geçtiğimiz günlerde Brighton ve Bestival'da verdiği konserlerde iki isimsiz yeni şarkıyla hayranlarına güzel bir sürpriz yaptı. Sessiz sedasız yeni kayıtlar yapan Ride önümüzdeki yıl için yeni bir albüme ışık yakmış oldu.
Yeni şarkıların canlı performanslarını aşağıdaki bağlantılardan izleyebilirsiniz.
Başlıkta üçüncü şarkı olarak gösterilse de iki numaralı şarkıyı bulamadım.
Baltimore'lu dream pop grubu Lower Dens yeni single şarkısı "Real Thing"i buram buram 80'ler kokan video klibiyle birlikte YouTube üzerinden paylaştı.
Geçtiğimiz yıl yayımladığı "Escape From Evil" longplay albümden sonra ilk kez kayıt başına geçen Lower Dens yeni bir şarkı kaydetti. Kendi çizgisinden sapmadan şarkıya biraz synthesizer, biraz hüzün katarak yönetmenlik koltuğunda Cody Critcheloe'nun oturduğu tamamen 80'leri canlandıran bir video klip ile hayranlarını çok özletmeden geri döndü.
Klasik Lower Dens müziğiyle, Jana Hunter'ın başarılı vokaliyle, yazdığı sözlerle ve Cocteau Twins'i anımsatan video klibiyle "Real Thing"i çok sevdim. Buradan izleyebilirsiniz:
Sonic Youth'un efsanevi solisti Kim Gordon ilk solo çalışmasını yayımladı. Warpaint'ten Stella Mozgawa'nın da yer aldığı "Murdered Out" industrial / goth tadında nefis bir çalışma olmuş.
63 yaşındaki Amerikalı avangard müzik ikonu Kim Gordon, tam 30 yıl boyunca Sonic Youth ile harikalar yarattıktan sonra şimdi kendi solo kariyerine yöneldi. Tam da kendi hırçın ruhunu yansıtan karanlıkta bir çalışma Warpaint işbirliğiyle geldi. Matadors Records anlaşmasıyla yeni şarkıların müjdesini de veren efsanevi müzisyen ilk şarkısı "Murdered Out" Matadors Records tarafından YouTube'da paylaşıldı.
David Bowie'nin "Blackstar" albümü dışında kaydettiği son üç şarkısı önümüzdeki ay David Bowie anısına hazırlanan ve çeşitli sanatçıların Bowie şarkılarını seslendirdiği "Lazarus" isimli albümle birlikte yayımlanacak.
İngiliz müzik dehası David Bowie'nin bu yıl ölümünden iki gün önce, doğum gününde yayımlanan son albümü "Blackstar" dışında stüdyoda kaydettiği "No Plan", "Killing a Little Time" ve "When I Met You" isimli üç şarkısı "Lazarus" isimli bir albüm ile birlikte yayımlanacak. Albümde birçok farklı müzisyenin seslendirdiği David Bowie şarkıları da yer alacak. İki CD halinde hazırlanan bu albüm 21 Ekim'de piyasaya sürülecek.
Albümün içeriği şöyle:
CD 1:
01 “Hello Mary Lou (Goodbye Heart)” – Ricky Nelson02 “Lazarus” – Michael C. Hall & Original New York Cast of Lazarus03 “It's No Game” – Michael C. Hall, Lynn Craig & Original New York Cast of Lazarus04 “This Is Not America” – Sophia Anne Caruso & Original New York Cast of Lazarus05 “The Man Who Sold The World” – Charlie Pollack06 “No Plan” – Sophia Anne Caruso07 “Love Is Lost” – Michael Esper & Original New York Cast of Lazarus08 “Changes” – Cristin Milioti & Original New York Cast of Lazarus09 “Where Are We Now” – Michael C. Hall & Original New York Cast of Lazarus10 “Absolute Beginners” – Michael C. Hall, Cristin Milioti, Michael Esper, Sophia Anne Caruso, Krystina Alabado & Original New York Cast of Lazarus11 “Dirty Boys” – Michael Esper12 “Killing A Little Time” – Michael C. Hall13 “Life On Mars” – Sophia Anne Caruso14 “All The Young Dudes” – Nicholas Christopher, Lynn Craig, Michael Esper, Sophia Anne Caruso & Original New York Cast of Lazarus15 “Sound And Vision” – David Bowie 16 “Always Crashing in the Same Car” – Cristin Militia17 “Valentine's Day” – Michael Esper & Original New York Cast of Lazarus18 “When I Met You” – Michael C. Hall & Krystina Alabama19 “Heroes – 4:43” – Michael C. Hall, Sophia Anne Caruso & Original New York Cast of Lazarus
CD 2:
01 “Lazarus” – David Bowie02 “No Plan” – David Bowie03 “Killing A Little Time” – David Bowie04 “When I Met You” – David Bowie
Hayvan özgürlüğünün en büyük savunucularından olan Morrissey, "Meat is Murder" albümüyle türcü faşizme olan tepkisini sert bir şekilde dile getirmişti. Ben de bu gecenin manidar şarkısı olarak "Barbarism Begins At Home"u seçiyorum.
11 Şubat 1985 çıkışlı ikinci stüdyo albümü "Meat is Murder"ı yayımlayan The Smiths, klasik Smiths romantizmini Andy Rourke'un muhteşem ritmik baslarıyla, Johnny Marr'ın funk gitarıyla birleştirerek dahiyane bir calışmaya imza atmıştı. Ancak bu albümü diğer albümlerden farklı bir noktaya taşıyan etken Morrisey'in etik/politik duruşuydu. Et yemenin insan özünde olmadığını, aile tarafından öğretildiğini, et yemenin bir barbarlık olduğunu ve evde başladığını söylüyor. "Meat is Murder" yalnızca politik anlamda değil, müzikal anlamda da "masterpiece" kategorisinde değerlendirilecek bir albümdür. Emile de Antonio'ya ait olan bu albüm kapak resmi Vietnam Savaşı'nda çekilmiş. Askerin kaskında ise aslında "Make war, not love" yazısı yazıyordu.
"Barbarism Begins At Home" üstüne söylenecek çok bir şey bırakmayan güzellikte bir The Smiths harikasıdır. Malum günde paylaşılan manidar şarkılardan bence en iyi nokta atışı göndermedir. Bu gecenin şarkısı kesinlikle bir başkası olamazdı.
Dedikodular doğru çıkabilir. Depeche Mode sessiz sedasız üzerinde çalıştığı yeni bir şeyin ilk sinyalini verdi: "coming soon".
Mayıs ayı başında birtakım blog sitelerinde ve Depeche Mode fan gruplarında Depeche Mode'un 12 Nisan'da Santa Barbara'da stüdyoya girdiği ve sessiz sedasız yeni albüm kayıtları hazırladığı yazılıp çizildi. Nitekim grubun beyni Martin Gore, Robcast üzerinde yaptığı röportajda bu hadiseyi duyurmuştu. Alan Wilder'ın gruptan ayrılmasından sonra sessizliğe bürünen new wave efsanesi Depeche Mode, Facebook hesabından "coming soon" yazısını taşıyan bir görselle 14. albümün sinyalini vererek söylentileri haklı çıkarmış olabilir. Eğer ki söylentiler doğruysa albümün 2017'de çıkması bekleniyor.
Haftalık keşif sahnemizin bu haftaki adresi Rusya. Shoegaze, post-punk ve synth öğeleri lo-fi tekniğiyle başarılı bir şekilde bir araya getiren Astrocowboys sandığınız gibi değil.
Eleştire eleştire yerin dibine soktuğumuz modern müzik o kadar da kötü olmasa gerek. Teknolojinin analog kültürü öldürdüğü doğrudur fakat yaratıcılığı öldürdüğünü sanmıyorum. Yaratıcılık sanatın her dalında olduğu gibi müzikte de farklı bir boyuta taşındı. Bana kalırsa ben yine analog dönemi tercih ederdim fakat günümüz adına karamsar olmamak gerekiyor. XX. yüzyılın tüm trendleri, sanat ve moda akımları, kültürel birikimi ve zenginliği hâlâ üstünlüğünü koruyor ve yeni çıkan her şeyi etkilemeye ve onlara esin kaynağı olmaya devam ediyor, edecek de. Müzik de tıpkı bilim ve felsefe gibi kümülatif ilerleyen, üstüne bir şeyler katarak yeni tatlar yaratan bir sanattır. Astrocowboys olayı tam da bu noktadan yakalamış. Geçmişin tüm güzel retro tatlarını bir arada toplayıp düşük kayıt yöntemiyle müzik dünyasında pek az rastladığımız öznel bir tarz yaratmış. Astrocowboys dinlerken Joy Division ritimlerini, New Order synth'lerini, My Bloody Valentine reverb'lerini ve Skywave vokalini aynı anda hissedebilirsiniz.
St. Petersburglu Astrocowboys hakkında çok az bilgi var maalesef. Hatta bu tavşan maskeli dostumuz ismini bile paylaşmaktan alıkoymuş kendini. 2010 yılında başladığı müzik kariyerine demo kayıtların yanı sıra bir de uzunçalar albüm sığdırmış, ancak 2014'te bu tatlı projesiyi feshetmiş.
2011'de temmuz ayı sonunda ilk demo kayıtlarını elektronik ortamda paylaştıktan sonra Moskova ve St. Petersburg'da birtakım konserler vermiş, eylül ayında Crystal Castles'ın "Crimewave" şarkısını kendine has tekniğiyle yorumlamış, kasım ayında ise başarılı bir shoegaze çalışması olan "Girl With Preferences" isimli ilk single şarkısını yayımladı. Ertesi yıl 22 Kasım'da "Olympic" adını verdiği debut albümünü Bandcamp üzerinden yayımladı. 2014'e gelindiğinde mayıs ayında üç demo kayıt yayımladıktan sonra birtakım kişisel problemlerden dolayı dağılma kararı aldı.
Ardında pek bi' güzel şarkılar bırakan Astrocowboys'tan dört şarkıyı sizler için seçiyorum. Önce "Call The Police" ile başlamak istiyorum. Çünkü sözleri erken dönem 90'ların bohem havasını anımsatırken ritimleriyle ve synth'leriyle 80'lerin diskolarına götürebiliyor sizi.
"Daniel" yine "Call The Police" gibi çok güzel sözleri olan, hüzünlü ama aynı zamanda sizi dansa davet eden ritmiyle pek bir hoş şarkı. "Oh, Daniel I'm sorry to tell that no one will love you forever"...
"We Give Blood" 80'leri yad eden, retro düşleri lo-fi kalitesiyle notalara aktaran Astrocowboys'un kendini en iyi ifade ettiği şarkılardan biridir.
"Girl With Preferences" ise benim en sevdiğim şarkısıdır. My Bloody Valentine'ın bol feedback'li tatlı noise gitarıyla, 80'lerin synthesizer'ının chill sound'larını bir araya getirip kendi bohem sesini de delay yaparak ortaya harika bir şarkı çıkarmış.
Creation Records çıkışlı indie rock'ın İskoçyalı temsilcisi Teenage Fanclub yeni albümü "Here" müzik müzik marketlerinde yerini aldı.
Creation Records koleksiyonunun İskoçyalı indie rock grubu Teenage Fanclub'ın 2010 yılında çıkardığı "Shadows" albümünden sonra kaydettiği yeni albümü "Here" bugün Merge Records etiketiyle hem elektronik ortamda, hem de fiziksel ortamda yerini aldı.
Yerli sahnenin umut vadeden gruplarından Jakuzi'nin debut albümü "Fantezi Müzik" Spotify'daki yerini aldı.
Kutay Soyocak ve Taner Yücel ikilisinin oluşturduğu yerli darkwave, synthpop grubumuz Jakuzi mart ayında Bandcamp üzerinden yayımladığı ilk ve tek albümü "Fantezi Müzik"i artık Spotify'dan da dinleyebileceğiz.
Bugün yeni albümü "Skeleton Tree"yi yayına koyan Nick Cave & The Bad Seeds albümden ikinci bir video klip daha paylaştı.
Üç yıl aradan sonra "Skeleton Tree" ile geri dönen Nick Cave, dün albümün belgesel filminin galasını yaparken bugün de yeni albümü resmi olarak yayımladı. Daha önce "Jesus Alone" isimli şarkısını video klibiyle paylaşırken az önce "I Need You" şarkısını video klibiyle birlikte YouTube kanalında paylaştı.